Cumhuriyetin ilk
günlerinde Romalılar halkla devlet arasında varolan
anlaşmanın ne
olduğunu hemen anladılar. Tabiatı gereği devlet, ne kadar
düzenli olursa
olsun, her zaman vatandaşlarının özgürlüklerini kısıtlamaya
çalışır. Elbette
buna da devletin hep en iyisini bildiği gerekçe gösterilir.
Toplumun güvenliğini
sağlamak için bir devletin eline bazı güçlerin verilmesi,
herkesin iyiliği
için bazı özgürlüklerden fedakarlık edilmesi gerekmektedir.
Romalılar,
elinde böyle güçler bulunduran, özellikle savaş zamanında
başkumandanlık
yapan yöneticilerine baktıklarında kendisini kolaylıkla diktatör
olarak ilan
edebileceğini görerek korkuya kapıldılar. Bu yüzden Roma'ya özgü bir
yönetim tarzı
olarak, bir yıllığına görev yapan çift konsül seçim sistemini
getirdiler.
Bu sistem,
pratik bir çözüm gibi gözüküyordu, çünkü bir şeyin yaptırılması için
toplu karara varılması
gerekiyordu. Savaş zamanında da konsüllerden sadece
biri "savaş
konsülü" olarak tanınacaktı. Bu adam ordularla beraber savaş
alanına gidecek,
birliklere doğrudan emir verecekti. Diğer konsül de Roma'da
kalacak ve
devleti yönetecekti. Roma'da kalan konsül, yerel muhafızlara, Roma
etrafındaki
birliklere doğrudan emir verme yetkisinde olacaktı. Böylece orduya
hükmeden,
seferdeki konsül megalomanca fikirler beslemeye başladığında bir
çeşit denge sağlanabilecekti.
Tek sorun, iki
konsül arasında yapılan görev dağılımının iki adam arasındaki
ortak karara bağlı
olması ve önceden belirlenen bir pozisyona sahip
olmamalarıydı.
Romalılar için bu mükemmel bir fikirdi. Senato'da karşıdevrim
yapmak isteyen
bir grup olsa bile, seçecekleri konsülün savaş zamanında orduya
komuta etmesini
garanti edemezlerdi. Diğer konsül bunu engellerdi. Böyle bir
kördüğüm yaşansa
bile, kabul gören çözüm her iki konsülün de savaş alanına
gitmesi ve ayrı
ayrı günlerde orduyu yönetmeleriydi. Burada da düşündükleri
şuydu; aklından
diktatörlük geçiren bir kumandan olursa, bölünmüş bir yönetim
emellerine ulaşmasına
engel olacaktı.
Eğilim, sadece
savaşla başkent arasındaki ayrımı koymaktan ibaretti ve böylece
sistem yıllarca
başarıyla sürdü. Hatta Roma, İtalyan yarımadasında en büyük
güç olmuştu. İÖ
3. yüzyıl ortalarında Kartacalıların güçlü donanmasını
yenmişlerdi.
Kartacalılar, İÖ 241'de yenildikten sonra sarsılan itibarlarını yerine
getirmek için
karşılık verecekleri anı bekliyorlardı.
İÖ 219'da
Hannibal'in yönetimindeki Kartaca ordusu İspanya tarafından gelerek
Romalılarla savaşmaya
başladı. İki yıl içerisinde Kartaca ordusu Romalıları
birkaç kez yenmiş,
Alpler'de bir geçit oluşturmuş, Roma kapılarından bir hafta
yürüyüş uzaklığındaki
Trasimene Gölü kenarında kırk bin kişilik Roma
ordusunu mağlup etmişti.
Halk arasında
Hannibal'in yakında Roma'ya da gireceğinden korkulduğundan
şehirde panik çıkmıştı.
Bu olasılık, yetenekli Romalı taktisyen Quintus
Fabius'un artçı
saldırı tekniğiyle kısa bir süre geciktirildi. Hannibal'in
erzaklarına yaptığı
saldırılarla Kartacalıların erzağını oldukça azalttı,
Kartacalıları
etrafını arkadan çevirdi ve genel olarak düzensiz bir savaş yaptı.
Bu, hiç Romalılara
özgü bir teknik değildi. Onların tercihi doğrudan saldırıdan
yanaydı. Bu
nedenle tarihte başarılı savaş tekniği "Fabian Taktikleri" diye
adlandırılırken
Fabius ise görevinden alınacaktı.
Roma, İÖ 216 yılı
için Lucius Aemilieus Paul us ve Gaius Terentius Varro
adlarında iki
yeni konsül seçti. Yaşça büyük olan Paulus'un savaş tecrübesi
vardı, temkinli
oluşu ve profesyonel tarzıyla tanınıyordu. Varro ise onun tam
zıddıydı; fevri,
diğerlerinin yönetimine karşı sabırsız ve şöhret tutkunuydu.
Fabius'un görev
yaptığı bir sene boyunca büyük çapta değişimler yapılmıştı.
Roma seksen bin
kişinin üstünde yeni bir ordu yarattı ve askerleri savaş
eğitiminden
geçirdi. Her ne kadar savaş deneyimleri olmasa da, yüksek rütbeler
önceki savaşlara
katılmış deneyimli askerlere ve daha önceki savaşlardan sağ
kalanlara
verilmişti. Artık güney İtalya'da ilerleyen Hannibal'in bu ezici güç
karşısında boyun eğeceği
ve mahvolacağı görüşü hakimdi.
İki askeri
kumandanın olması kimin alana gidip savaşacağı ve kimin oturup
bekleyeceği
problemini doğurdu. Her zaman işe yarayan sağduyulu davranış bu
sefer işlemedi.
Paulus deneyimliydi, bu yüzden de savaş alanına uygun komutan
oydu.
Hannibal'in yarattığı tehlikenin boyutunu anlayan da sadece oydu.
Karşılarındaki
rasgele bir şansla dize getirilebilecek bir kumandan değildi.
Savaşması zor
bir alanda karşı karşıya gelseler ve sayıca çok üstün olsalar bile,
yine de yenmesi
kolay olmayan bir düşmandı.
Varro bu öneriye
şiddetle karşı çıktı. Kendisinin de en az Paulus kadar yetenekli
olduğunu iddia
etti, dahası Paulus'un şehirde kalmasını ve ihtiyatları kontrol
etmesini önerdi.
İhtiyar adamın böyle bir savaş için çok temkinli olduğunu,
Romalıların tek
ihtiyacının sayıca üstün ordularını kullanarak hızlı ve atak bir
saldırı
düzenleyebilecek birisi olduğunu söyledi. Varro, Hannibal'in kafasını
Kartaca'ya geri
göndereceğine ve Roma ordusunun savaşı hepten bitireceğine söz
verdi.
Varro'nun
Paulus'a kolay elde edilecek bir zaferi rahatça bırakmayacak
olmasının yanı sıra
Paulus'un da Varro'nun eline seksen bin adamın kaderini
teslim etmeyeceği
kesindi. Sonunda savaşa ikisi beraber gitmeye ve yönetimi
bölmeye karar verdiler.
Böylece İÖ 216
yazında Roma'nın gelmiş geçmiş en büyük ordusu güneye doğru
yola çıktı.
Hannibal onları bekliyordu. Düşmana yaklaştıkça Varro'nun şevki
azalmaya başlamıştı.
Belki Paulus'la yaptığı konuşmadan etkilenmiş, belki de
bir orduyu
yönetmenin, savaşta olmanın sadece hedefi gösterip ileri komutunu
vermekten ibaret
olmadığını aniden anlamıştı. Hannibal'in bulunduğu bölgeye
yaklaştıkça
Varro aslında biraz daha temkinli olmaya başladı.
Orduyu yönetme sırası
kendisine geldiği günlerde, Paulus'un o gün yapılması
gereken
harekatlarla ilgili söylediklerini de dinlemeyi ihmal etmedi. Paulus,
sayıca üstün
olmanın getirdiği avantajın farkındaydı. Yapmaları gereken iş, Hannibal'i
çektikleri yerde sayıca üstün olan ordularının olayların akışını
belirleyebilecek
bir konumda olmaları, bir terslik anında geri çekilebilecek
güvenli alanları
bulunması ve Hannibal'in her hareketine karşılık verebilecekleri
bir mevkiyi
tutmalarıydı.
Ama Romalılar
Hannibal'in yaptığı hareketi beklemiyorlardı; Hannibal
arkalarından
dolaşarak bir gece seferi başlattı. Cannae şehri yakınlarındaki bir
erzak deposuna
saldırdı. Depoyu ele geçirdikten sonra yakınlardaki bir nehri
geçerek nehre
arkalarını verdiler. Varro'nun komutasındaki güne rastlayacak bir
şekilde
harekatlarım ayarladılar.
Her şey çok iyi
planlanmıştı. Depoyu kaybetmeleri Romalıların gururunu çok
yaralamıştı. Bir
kumanda hatası olarak da değerlendirilebilirdi. Paulus'un görev
yaptığı gün ve
gece gerçekleşen bir hataydı bu. Varro, Kartacalıların
pozisyonunu fark
edince birdenbire saldırgan bir cesarete kapıldı. Hannibal tam
da istediği
yerdeydi, gururlu Kartacalıların bu noktada çok büyük bir hata
yaptıklarını düşünüyordu.
Savunması bir yıkılsa, ordusunun geri çekilecek hiçbir
yeri yoktu. Ya
nehre düşüp boğulacaklardı ya da kılıçtan geçirileceklerdi. Varro
tüm ordunun saldırıya
hazırlanmasını emretti.
Paulus bu durum
karşısında dehşete düştü. Temkinli davranması için Varro'yu
uyardı. Hannibal
aptal bir kumandan değildi. Deponun ele geçirilmesi
gururlarını
incitmek için özel olarak gerçekleştirilmişti. Hannibal'in seçtiği
pozisyon bile ne
kadar kolay yem olabileceklerini düşündürtmek amacıyla
seçilmemiş
miydi? Kesinlikle bunun aksi doğru olmalıydı. Hannibal, Romalıların
kendisine saldırmalarını
istiyordu. Birdenbire farklı bir tuzakla karşılarına
çıkacak ve savaşı
kazanacaktı.
Varro, Paulus'un
söylediklerinin hiçbirini dinlemedi. Paulus'u fazla ihtiyatlı
davranan yaşlı
bir adam diye umursamadı. Bu, saldırgan, cesaretli bir askerin
işiydi, her ağacın
arkasında canavarlar gören, havadan nem kapan birinin işi
değildi. Ayrıca
Varro, bugün yönetme sırasının kendisinde olduğunu hatırlattı ve
günün komutu
'ileri'ydi.
Belki de Paulus
onu oracıkta öldürmeliydi. Ama Romalılar kanunlara
saygılıydılar. O
günkü konsül dahi de olsa, aptal da olsa, yasalar o anda gücü
elinde tutanın yanındaydı.
Böylece Varro
ordusuyla saldırıya geçti. İlk birkaç saatte her şey çok iyi gidiyor
gibi
gözüküyordu. Kartacalıların savunması Roma saldırısının ağırlığı altında
çöküyormuş
gibiydi. Romalılar onları sonunda nehre doğru çekilmek zorunda
bıraktıklarında,
Hannibal'in ordusu bir yay şeklini almıştı. Savaşın kontrolünü
elinde tutmaya
devam eden Hannibal'in ordusunun asıl gücü her iki taraftaki
kanatlarıydı.
Varro, tüm birliklerine saldırı emrini verdi, böylece ortalık karınca
gibi kaynaşan
bir kalabalıkla doldu. Sayıca üstünlüklerine güvenerek merkeze
doğru yüklenmeye
başladılar.
Tam o sırada
Hannibal o zaman kadar pek bir şeye katılmamış olan yanlardaki
birliklerine
saldırı emrini verdi. Romalılar içeriye doğru dönerken Kartacalıların
güçlü süvarileri
Roma askerlerinin arkasına geçip bir anda çarpışmanın akışını
değiştirdiler. Kısa
bir süre içinde Roma ordusunun etrafı sarılmış ve her taraftan
hücuma maruz kalmışlardı.
Panik baş
gösterdi. Koskoca ordu tuzağa düşmüş, korkmuş bir kalabalığa döndü.
Binlercesi kendi
arkadaşları tarafından öldürüldü, ya ayaklar altında çiğnenerek
ezildiler, ya da
kendi canlarını kurtarmak için ilerlemeye çalışırlarken kılıç
darbeleriyle
parça parça oldular.
Gün sonunda
neredeyse yetmiş bin Romalı ölmüş ya da esir alınmıştı.
Kumandayı ikiye
bölme fikri Roma ordusunun kötü sonu olmuştu. Ama bütün
bunlara rağmen
her şeyin sorumlusu kaçmayı başardı. Varro ve birkaç arkadaşı
tuzaktan çıkmayı
başardılar ve Roma'ya kaçtılar. Döndüklerinde hepsi yaptıkları
hatadan dolayı
sürgün edildiler. Paulus'a gelince... verdiği iyi fikirlerin ona
sağladığı tek şey
Cannae'de rahat bir mezar oldu. Savaş, on dört sene daha
devam edecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder