site içi arama

14 Nisan 2016 Perşembe

Türk Mitolojisi: Av Ritüelleri

Orta Asya ve Sibirya'nın bugünkü Türk dünya-sında sapsız av ritüelleri yürütülmektedir. Hatta bunların izlerine, İslâmiyeti benimsemiş Türk kültürlerinin arasında bile rastlamak olasıdır. Fakat daha önceki dönemlerde yü-rütülmekte olan av ritüelleri artık fazlaca bilinmemektedir. İslami metinlerin incelenmesi suretiyle bu ritüellerin büyük bir kısmına, ancak Cengiz Kağan'm hükümranlığı dönemin-de, Moğol devletlerinde ve Selçuklu hakimiyeti döneminde ilk kez rastlamaktayız. Ritüellerin arkaik özellikleri, onların eski dönemlere ait bir miras olduğunu göstermektedir. Ta-rih öncesi çağlarda bile Orta Asya'da ava ilgi duyulduğunu ve özel davranış biçimleri sergilediklerini, Moğolistan'daki taştan hayvan heykellerinden, kayalara yapılmış çizimler-den ve mezarlardan anlamaktayız. Ancak bunların yorumu, genellikle sadece tahminlere dayalıdır. Metinlerin kendisi çok az bilgi vermektedir. Irk Bitig'den bir bölüm tuhaf ve karakteristik bir yöntemi göstermektedir: "İmparatorluk or-dusu ava çıkmışür. Avcıların oluşturduğu dairenin içine bir yaban keçisi girer. Kağan onu kendi eliyle yakalar." Yön-tem, —»Hayvanın çember içine alınması, gelenek ise, hü-kümdarın kendisinin çıplak elle hayvanı yakalamasıdır. Her ikisi hakkında da yakın zamana ait çok sayıda belge mev-cuttur. Bu avlanma biçimi neredeyse bir ritüeli andırmakta, en azından arkasında birtakım özel tasarımlar bulunmakta-dır: Çıplak elle hayvanla boy ölçüşmek zorunda olan hü-kümdarın müdahalesi ve —»Kan dökmeme çabası. Av hay-vanını kan akıtmadan öldürme çabası, Kâşgarlı Mahmud'un tilki ve yaban domuzlarının nasıl taşlandığına ilişkin be-timlemesinde veya kayalara yapılmış çizimlerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri örneğin, kayaya çizilmiş üç ge-yiğin arasında bir topuzu, bir diğeri ise, elindeki çekiç veya topuzla bir yaban domuzunu andıran dört ayaklı bir hay-vanın başına vuran bir insanı anlatmaktadır. Av türlerinin çoğu sonraları kanlı olduğundan (ok atmak), olayların bir kısmı bizim bilgimizin dışındadır. Anlaşılabildiği kadarıyla, avlanmak savaşmakla aynı görülmekte. Avlanmak, bir düş-man grubuna karşı bulunulan bir eylemdir; bu paralellik büyük imparatorluk yazıtlarında geçen savaşların ve küçük mezar kitabelerinde geçen avlarm betimlenişinde ortaya çıkmaktadır. Aynı hileye başvurulmaktadır; kısmen kendi-liğinden teslim olan av hayvanı, buna rağmen kendini sa-vunur: Kâşgarlı Mahmud tarafından alıntılanan bir atasözü "Avcı ne kadar hile bilse, ayı o kadar yol bilir" demektedir.
Kimi avlar diğerlerinden daha önemlidir, örneğin, aslında hiçbir fevkaladeliği bulunmayan, ancak mezar kitabelerinde sözü edilen avlar. Begre Yazıtında şöyle denmektedir: "Yedi kurt öldürdüm; panteri ve alageyiği (kögmek) öldürmedim." A. von Gabain bunun bir kahramanlık olması gerektiğine dikkat çekmiştir, zira ölüye ilişkin en önemli biyografik bil-gilerin ardından gelmektedir. Biz bunun ancak ilk av, giriş avı olabileceğine inanıyoruz. Öldürülmeyen hayvanların belirtilmesi, akla bir tabuyu getirebilir. Bir insanın ilk avı, bir avlak sahibinin emri üzerine gerçekleşir. Bu ise, bir hü-kümdar, bir boyun beyi veya ailenin reisi olan babadır. Oğuzname'nin Uygur nüshasında prensin tüm yaşamı iki tö-rensel (ve biraz da gizemli) av ile şekillenir: Avların ilki onu bir erkek yapar ve evliliğe hazırlar. Sonuncusu ise gerçek anlamda bir törendir. Kendisi bu sırada, sahip olduğu av-lanma hakkım ve aynı zamanda mirası ile hükümdarlık er-kini oğullarına devreder. İnsanların hayvan kılığına girebil-diklerini, heykeller aracılığıyla biliyoruz. Bu ise, insanların -»Hayvanlar Alemine girişini mümkün kılmaktadır. Şüphe-siz bu, teknik, fakat aynı zamanda dinsel bir araçü. Kurba-nın, kendi katilinin kimliği konusunda yanıltılması ise, hay-van donuna girmenin hiç de küçümsenemeyecek bir sonu-cudur. Sonradan genelde yaygınlaşacak olan ve öldürülen hayvanın bir parçasının yoldan geçen birine verilmesi şek-lindeki geleneğin ne zaman başladığım söyleyemeyiz. Bes-belli ki sorumluluğu paylaşmak için olsa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder