Oğuz
Türklerinin Üçoklu Kınık Boyuna mensup Selçuklu hükümdar âilesinden Süleymân
Şah tarafından Anadolu’da kurulan bir devlet. Malazgirt Zaferiyle Anadolu
kapılarını Türklere açan mücâhid Sultan Muhammed Alparslan, muhârebeye katılan
kumandan ve Türkmen reislerine Anadolu’yu Türkleştirme ve İslâmlaştırma
vazîfesini verdi. Bunlardan Kutalmışoğlu Süleymân Şah, Selçuk Beyin oğlu Arslan
Yabgu’nun torunu olup, Anadolu’daki fetih harekâtından sonra Antakya’dan
Anadolu’ya girdi. 1074 senesinde Konya ve havâlisini mahallî Rum despotlarından
alarak, fetihlere devamla İznik önlerine geldi. 1075 senesinde İznik’i
fethederek, emrindeki kuvvetlerin merkezi yaptı. Böylece Türkiye Selçuklu
Devletinin temeli atılmış oldu.
Süleymân
Şâh, Bizans’ın merkezî ve mahallî tekfurlukları arasındaki çekişmelerden
faydalanarak, bölgede hâkimiyetini kuvvetlendirdi. İznik’te yeni bir Türk
devletinin kurulması, Anadolu’ya gelen Türkmenlerin birleşmesini temin edip,
doğudaki Müslüman Türklerin büyük topluluklar hâlinde bölgeye gelmelerine sebep
oldu. Bölgede Türk nüfûsunun artarak devletin kuvvetlenmesiyle; Bizans’ın kötü
idâresi, bitmek bilmeyen iç harpler ve isyânlar sebebiyle perişân olan yerli
halk da, Süleymân Şahın idâresinde huzur ve sükûna kavuştu. Bu sâyede Türkiye
Selçuklu Devleti sağlam bir temele oturdu. Küfür karanlığından, İslâm nûrunun
aydınlığında hürriyet ve adâlete kavuşan yerli halk, kısa zamanda seve seve
Müslüman oldu. Çeşitli gâyelerle bölgeye gelen Türkmenleri emrinde birleştiren
Kutalmışoğlu Süleymân Şah, Anadolu’da birlik ve hâkimiyetini kuvvetlendirmek,
Fırat boylarında ve Kilikya taraflarında toplanmaya çalışan Ermeni gruplarına
mâni olmak için harekete geçti. 1082 senesinde Çukurova’ya giden Süleymân Şah;
Adana, Tarsus ve Misis dâhil bütün bölgeyi zaptetti. 1084’te Hıristiyanlardan
Antakya’yı aldı. 1086’da Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’la yaptığı muhârebede
mağlup oldu ve savaş meydanında vefât etti. Oğulları, Selçuklu Sultanı
Melikşâh’ın yanına gönderildi (Bkz. Süleymân Şah). Devlet bir müddet Süleymân
Şahın İznik’te vekil bıraktığı Ebü’l-Kâsım tarafından idâre edildi.
Selçuklu
Sultanı Melikşah’ın 1092’de vefâtından sonra İran’dan kaçarak gelen Kılıç
Arslan İznik’te merâsimle karşılanıp, Türkiye Selçuklu tahtına çıkarıldı.
Birinci
Kılıç Arslan tahta çıkar çıkmaz, devleti yeniden teşkilâtlandırdı. İznik’i
mâmur bir hâle getirdi. İçte otoriteyi sağladıktan sonra hemen gazâ ve akınlara
başladı. Marmara sâhillerine yerleşmeye uğraşan Bizanslıları bu bölgeden
çıkardı. Batıyı emniyete aldıktan sonra doğuya yöneldi ve 1096 senesinde
Malatya’yı kuşattı. Fakat bu sırada Haçlıların Batı Anadolu’ya girmesi üzerine,
Kılıç arslan muhâsarayı kaldırıp sür’atle geri döndü.
Avrupa’daki
meşhur imparator, kral, prens derebey ve şövalyelerin büyük bir taassupla
katıldıkları Haçlı Seferlerinin ilki 1096-1099 seneleri arasında yapıldı.
Birinci Kılıç Arslan, Haçlıları vur-kaç taktiğiyle imhâ etti. Ancak İznik elden
çıktığı için Konya’yı pâyitaht yaptı. Bizans imparatoruyla antlaşma
imzâladıktan sonra doğu fetihlerine başladı. 1103 senesinde Malatya’yı ele
geçirdi. Daha sonra Musul’u da topraklarına kattı. Emir Çavlı, Artukoğlu İlgâzi
ve Sûriye meliki Rıdvân’ın kuvvetleriyle Habur Nehri kenarında yaptığı
muhârebede yenilerek nehre düşüp boğuldu (Bkz. Kılıç Arslan-I). Kılıç Arslan’ın
büyük oğlu Musul Vâlisi Şehinşah, Emir Çavlı tarafından esir alınarak İsfehan’a
götürüldü.
Kılıç
Arslan’ın vefâtı ve oğlunun esâreti, Türkiye Selçuklularını çok sarstı.
Düşmanları bunu fırsat bilerek ülke topraklarına saldırdılar. Bizanslılar, Batı
Anadolu sâhillerini işgâle başladılar. Bu durum karşısında Türkler, İç
Anadolu’ya doğru çekilmek zorunda kaldılar. 1110 senesinde esâretten kurtulan
Şehinşah Konya’ya gelerek tahta geçti. Şehinşah’ın ve Kayseri emîri Hasan Beyin
büyük gayretlerine rağmen, Bizanslıların zulmünden kaçan Batı Anadolu’daki
Türklerin, Orta Anadolu yaylalarına çekilmesi durdurulamadı.
1116
senesinde Dânişmendliler, Sultan Şehinşah’ı tahttan indirip, Şehzâde Mes’ûd’u
sultan îlân ettiler. Sultan Mes’ûd, Dânişmendli tahakkümünden kurtulmaya,
Bizanslıları Anadolu’dan atmaya ve birliği sağlamaya çalıştı. 1182 senesinde
Batı Seferine çıktı. Bu seferden sonra da doğuya seferler düzenledi.
Bizanslılar, Türklerin Batı Anadolu’da ilerlemelerini durdurmak için İmparator
Manuel komutasında bir orduyla Konya üzerine yürüdüler. Bu tehlikeli durum
üzerine Sultan Mes’ûd’un oğlu Kılıç Arslan, Aksaray’da bir ordu hazırlayarak,
Konya önündeki Bizans ordusunun karşısına çıktı. Bizans ordusunu pusu ve
taarruzlarla 1145 senesinde ağır bir mağlûbiyete uğrattı.
Bu
sırada İkinci Haçlı Seferiyle Anadolu’ya giren Avrupalılar da Türk
mücâhitlerinin kılıçları önünde duramadı. Selçuklu ordusu, Haçlılar karşısında
büyük başarılar elde etti. Bu zaferler, istikrar ve yükselme devrini tekrar
başlattı. Halka, adâletle muâmele etmesi sebebiyle, Hıristiyanların bir çoğu,
Bizans yerine Türk idâresine bağlandı. Birçok eser inşâ ettiren Sultan Mes’ûd,
kırk yıl saltanatta kaldıktan sonra 1115 senesinde vefât etti. Yerine oğlu
İkinci Kılıç Arslan tahta çıktı. İkinci Kılıç Arslan babasının yolunda giderek,
büyük hamleler yaptı. Anadolu’nun siyâsî birliğini kurmaya, ekonomik ve
kültürel yükselişini sağlamaya çalıştı. Doğu Seferine çıkarak devletin
hudutlarını Fırat Nehrine kadar genişletti. Bizanslılar ve yardımcı kuvvetlere
karşı 1176 Miriokefalon (Düzbel/Karamukbeli) Meydan Muhârebesini kazanarak
Anadolu’yu yurt edinen Türklerin bölgeden atılamayacağını ispatladı. Akıncılarını,
Batı Anadolu’nun fethiyle vazifelendirdi. 1182 senesinde Uluborlu, Kütahya
veEskişehir havâlileri fethedildi. Denizli ve Antalya muhâsara edildi.
Dânişmend arâzisi ve Çukurova zaptedildi.
Kazanılan
zafer ve muvaffakiyetlerle siyâsî birlik ve hudut emniyeti sağlandı. İktisâdî
ve kültürel yükselme başladı. Bir süre sonra Kılıç Arslan, mücâdeleyle geçen
uzun saltanat senelerindeki yorgunluğu ve ihtiyârlığını mâzeret gösterip
istirâhate çekildi. Sâhip olduğu toprakların idâresini on bir oğlu arasında
taksim etti. Kendisi Konya’da büyük sultan olarak kaldı. Oğullarının her biri
bir vilâyette idâreyi ele aldılar. Bu sırada Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs’ü
zaptetmesi Üçüncü Haçlı Seferinin başlamasına sebep oldu. Anadolu’dan geçmeye
çalışan kalabalık Haçlı ordusu, Şehzâdelerin mukâvemetiyle karşılaştılar.
Yaptıkları çete harpleriyle Haçlı ordusuna büyük zâyiat verdirdiler. Fakat çok
kalabalık olan Haçlıların bir kısmı Filistin’e ulaştı. (Bkz. Haçlı Seferleri)
İkinci
Kılıç Arslan 1192 senesinde Konya’da vefât etti (Bkz. Kılıç Arslan-II). Yerine
büyük oğlu Gıyâseddîn Keyhüsrev geçti. Fakat kardeşleri onun iktidarını kabul
etmeyince aralarında saltanat mücâdelesi başladı. Tokat Meliki Rükneddîn
Süleymân Şah, 1196 senesinde Konya’yı zaptetti ve saltanatını îlân etti.
Birliği sağladıktan sonra Bizans’ı tekrar senelik vergiye bağladı. İç
mücâdelelerden faydalanarak hudut tecâvüzlerine başlayan Ermenileri
cezâlandırdı. Gürcüler, Saltukluların zayıflamasından istifâde ederek,
Erzurum’a kadar gelince, Doğu Seferine çıktı. 1201 senesinde Saltuklu Devletine
son verdi. Artuklular ve Mengücüklerden aldığı yardımla Erzurum’dan Gürcistan
üzerine sefere çıktı. Sarıkamış yakınlarında Gürcü-Kıpçak ordusunun baskınına
uğradı ve mağlup oldu. Tekrar Gürcistan Seferine çıktıysa da yolda hastalanarak
6 Temmuz 1204 târihinde vefât etti. Konya’da Künbedhâne’ye defnedildi. Yerine
oğlu Üçüncü Kılıç Arslan geçti. Fakat çok geçmeden Gıyâseddîn Keyhüsrev,
Türkmen beylerinin dâvetiyle küçük yaştaki yeğeni Kılıç Arslan’ın yerine,
tekrar Türkiye Selçukluları sultânı oldu.
Gıyâseddîn
Keyhüsrev, devletin hudutlarını emniyete almak için Bizanslılar ve Ermenilerle
mücâdele etti. Dördüncü Haçlı Seferiyle (1204) İstanbul, Lâtinlerin
hâkimiyetine geçti. Bizans Hanedânı Anadolu’ya kaçıp İznik ve Trabzon’da iki
devlet kurdu. Bizanslılar, Karadeniz sâhillerine yerleşerek ticâret yolunu
kapattılar. Gıyâseddîn Keyhüsrev ticâret yolunu açmak için 1206 senesinde
sefere çıktı. Bizanslıları bu bölgeden atarak, Karadeniz yolunu açtı. Ertesi
sene Akdeniz sâhillerine inerek Antalya’yı fethetti. Bu sırada akıncı beyleri
Batı Anadolu’da birçok yeri aldılar. Bu fetihler İznik Bizanslılarını
telaşlandırdı. Bizans ordusu ile 1211 senesinde Alaşehir’de yapılan muhârebede
Selçuklu ordusu büyük zafer kazandı. Muhârebe bittikten sonra Gıyâseddîn
Keyhüsrev, meydanı dolaşırken bir düşman askeri tarafından şehit edildi. Yerine
oğlu İzzeddîn Keykâvus geçti.
İzzeddîn
Keykâvus saltanatının ilk yıllarında taht mücâdelesini hâlletti. Daha çok
iktisâdî meselelere memleketin îmârına ve kültür faâliyetlerine önem verdi.
Kervansaray, câmi ve medreseler inşâ ettirdi. Verem hastalığına yakalanan
İzzeddîn Keykâvus 1220 senesinde Viranşehir’de vefât etti. Sivas’ta inşâ
ettirdiği Dârüşşifâ’nın yanındaki türbesine defnolundu. Yerine kardeşi Alâeddîn
Keykubâd geçti.
Sultan
Alâeddîn Keykubâd zamânı, Türkiye Selçuklularının en kudretli, en müreffeh ve
en parlak devri olarak geçti. Anadolu’nun emniyeti için başta Konya, Kayseri ve
Sivas olmak üzere şehirleri surlarla tahkim ettirdi. Moğol tehlikesine karşı
hudutlarda tedbir aldı. Bu işleri sırasında fetihlere de devâm etti. Askerî ve
ticârî ehemmiyeti büyük olan Kolonoras Kalesini muhâsara altına adı. 1221
senesinde kaleyi fethetti. Buraya, Sultanın ismine nispetle Alâiye denildi.
Moğol tehlikesine karşı tahkim ve askerî tedbirler yanında diplomatik yola da
başvurdu. Moğol Ögedey Kaana elçi gönderip sulh yaptı. Alâeddîn Keykubâd,
saltanatı zamânnda Türkiye Selçuklu Devletini Moğol istilâ ve zulmünden korudu.
Alâeddîn Keykubâd, 1 Haziran 1237 târihinde Kayseri’de vefât etti. Yerine
İzzeddîn Kılıç Arslan’ı veliahd tâyin etmesine rağmen büyük oğlu Gıyâseddîn
Keyhüsrev tahta geçti. (Bkz. Alâeddîn Keykubâd-I) İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev (1237-1246) Moğollara (Temmuz 1243)
Kösedağ’da yenilince, devletin yıkımı başladı. Kösedağ bozgunundan, Anadolu
Selçuklu Devletinin yıkılışına kadar olan devrede (1243-1308), Selçukluları
büsbütün sindirmek için, Moğol faaliyet ve zulmü devam etti. 1259’da Kızılırmak
hudut olmak üzere devletin ikiye ayrılması, 1262’de Karamanlıların isyan ederek
Konya üzerine yürümeleri, 1276’da Moğollara karşı Hatıroğlu isyânı, 1277’de
Mısır Memlûk Sultanı Baybars’ın Hatıroğlu’nu desteklemek için Anadolu’ya girip,
Kayseri’ye kadar gelmesi, Karamanoğlu Mehmed Beyin 1277’de Konya’da yeni bir Sultanı
tahta çıkarma teşebbüsüyle, Cimri hâdisesi gibi çeşitli siyâsî, iktisâdî ve
sosyal çalkantılar meydana geldi. Anadolu Selçuklu Devletinin çöküşü
başlayınca, Moğol zorbalığının önüne geçmek için Türk beyleri ve Anadolu
ahâlisinin yer yer mücâdelesi görüldü. Çökmekte olan Anadolu Selçuklu
Devletinin yıkıntıları üzerinde çeşitli Oğuz boyları, Türkmen beyleri ve
kumandanlar, beylikler kurmaya başladı. Bu beyliklerden, Bizans hududunda
kurulan Osmanlı Beyliğinin Batı Hıristiyan âlemine karşı açık fütûhat cephesiyle
diğerlerinden farklı stratejik mevkide bulunması, o istikâmette süratle
genişleme imkânı bulduğu gibi, dar ve sıkışık beyliklerin reisleri yerine göre
dostça, bâzan baskı yaparak bütün Anadolu’yu kendi idâresinde toplamasını, 20.
yüzyılın başlarına kadar üç kıtaya hâkim olmasını sağladı. (Bkz. Osmanlı
Devleti)
Türkiye
Selçuklu Devleti arâzisi üzerinde Moğollar, Haçlı istilâ harekâtı neticesi gibi
korkunç katliam, yıkım ve dehşet saçıcı hâdiseler bırakarak, bölgeyi işgâl
ettiler. Moğol istilâsıyla Türkiye Selçuklu Devleti, 14. yüzyılın başında
yıkıldı. Anadolu Moğol kontrolüne girdiyse de, 14. yüzyıldan sonra bölgede
Osmanlı hâkimiyeti başlayıp, Haçlılar ve Moğolların açtığı yaraları kapamaya
çalıştı.
Türkiye
Selçuklularını Oğuzların Üç Oklar kolunun Kınık Boyuna mensup Selçuklular kurup
idâre ettiler. Devlet teşkilâtı sağlam bir esâsa sâhipti. Türkiye Selçukluları;
Karahanlı, Büyük Selçuklu ve Abbâsîlerin yanında diğer Türk ve İslâm
devletlerinin teşkilâtlarından da geniş ölçüde faydalandılar. Bunları mükemmel
bir şekilde kendi bünyelerine uydurdular. Sultanlar, devletin idâresinde
hissedilen ihtiyaçlara göre teşkilâtlarını genişlettiler ve zaman zaman da
yenileme yollarına gittiler. Devletin, hânedân âzâları arasında taksim
edilmesinin; bölünmeye ve saltanat mücâdelesine sebep olduğu görüldü. İkinci
Kılıç Arslan’dan sonra merkeziyetçilik geliştirildi
Devlet,
önceki Türk hâkimiyetlerinde olduğu gibi hânedânın müşterek mes’ûliyeti
altındaydı. Devleti idâre eden hükümdârın ise, hânedân mensubu olması şarttı.
İsimleri Türkçe ve İslâmî idi. Ayrıca halîfe ve âlimler tarafından künye ve
lakablar verilirdi. Tahta yeni çıkan sultanlar, halîfeye hükümdârlıklarını
tasdik ettirirler, adlarına para bastırır ve hutbe okuturlardı. Muhârebelerde
veya herhangi bir gezide hâkimiyet alâmeti olarak sultanların başları üstünde
atlastan veya altın işlemeli kadifeden yapılmış bir çetr (şemsiye) tutulur,
dâimâ yanında hazır bulunan kös, sultanın kapısında günde beş defâ növbet
çalardı. Vilâyetlerdeki meliklerin günde üç növbet çaldırma hakları vardı.
Sultanlar, haftanın muayyen günlerinde devlet erkânını ve emirleri, huzuruna
kabul eder ve onların görüşlerini alırlardı. Sultan; iktâların tevzii, kâdı
(hâkim)ların tâyini, devlete bağlı beylik ve sultanların başına geçenlerin tâyinini
tasdik eder, hükûmete karşı işlenen cürümlerle meşgul yüksek mahkemeye de
başkanlık ederdi. Devletin mutlak sûretle idâresi, birinci derecede sultana âit
olmakla birlikte, bizzat kendisi, mevcut kânunlara uyardı. Sultan, adâlet
mekanizmasının sıhhatli olması için, haftada iki gün halkın derdini dinlerdi.
Sultanlar
sarayda otururdu. Sarayda; Hacibü’l-Hüccab, Üstâdüddâr, Silahdâr, Emîr-i Alem,
Câmedâr, Şarabdâr (meşrubatçı), Taştâr veya Âbdâr, Emîr-i Çaşnigîr, Emîr-i
Ahur, Emir-i Şikâr, Emir-i Devât, Emir-i Mahfil, Serheng-Nedim, Musahip vazife
yapardı. Bunlar, sultanın en emniyetli adamları arasından seçilir ve bu
vazifelerden her birinin emrinde askerî kıt’alar bulunurdu.
Ordu;
Gulâmân-ı saray, hassa ordusu, hânedâna mensup meliklerin kuvvetleri, Türkmen
kuvvetleri, tâbi kuvvetler, ücretli askerler ve donanmadan müteşekkildi.
Ordunun ve idârenin esâsını, mahallinde çiftçilerin ödediği vergilerle beslenen
Türk iktâ askerleri teşkil ederdi. Orduda dînî vazifeleri görmek ve gazâ rûhunu
canlı tutmak maksadıyla âlim, derviş ve mutasavvıflar bulunurdu. Silâh olarak,
ok, yay, kılıç, kargı, çomak, gürz, mızrak, topuz, nacak, mancınık, merdiven,
seyyar kule kullanılırdı. Ordudaki birlikler muhtelif bayrak, tuğ ve alem
taşırlardı.
Türkiye
Selçuklularında şer’î dâvâlara her şehirde bulunan kâdılar bakardı. Konya’da
oturan baş kâdıya Kâdı’l-kudât denirdi. Bu kâdılar, tereke, hayrat işleri ve
vakıfların idâresine bakarlardı. Selçuklularda örfî dâvâlara bakan mahkemeler
de bulunurdu. Bu mahkemeler, âsâyiş, devlet emirlerine itâatsizlik ve siyâsî
suçlar gibi dâvâlara bakardı. Bu örfî mahkemelerin başında emîr-i dâd
bulunurdu. Kâdıların verdikleri hükme müdâhale edilemezdi. Ancak yanlış verilen
bir hüküm olursa, diğer kâdılar tarafından altı imzâlanarak sultana arz edilirdi.
Kâdıların yüksek medrese tahsili görmüş, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış olması
şarttı. Müftîler, Hanefî mezhebine göre fetvâ verirlerdi. Ehl-i sünnet
îtikâdında olan halkın çoğu Hanefî, bir kısmı Şâfiî ve pek azı da diğer iki hak
mezhebden idi.
Türkiye
Selçukluları sultanları kültür ve medeniyet hizmeti için ilme ve âlimlere
kıymet verdiler. Bir ilim ocağı olan medreselerde eğitim ve öğretim ücretsizdi.
Vakıf gelirleri, onların geçimini temin ederdi. Medreselerde İslâm
ilimlerinden; ilm-i tefsîr, ilm-i üsûl-i hadîs, ilm-i hadîs, ilm-i usûl-i
kelâm, ilm-i kelâm, ilm-i usûl-i fıkıh, ilm-i fıkıh, ilm-i tasavvuf yanında,
matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi fen bilgileri de öğretilirdi.
Umûmiyetle, medresenin yanında dârüşşifâ denilen hastahâne, câmi, kütüphâne,
zâviye, kervansaray, imâret de bulunurdu. Bunlar da birer, ilim ve irfân
yuvasıydı. İslâm ülkelerinden birçok âlim, Anadolu’daki ilim yuvalarına gelip
ders verdiler. Başta sultan olmak üzere devlet adamlarından ve ahâliden iyi
muâmele gördüler. Türkiye Selçuklu Devletini, ilim ve irfân yuvası hâline
getiren kıymetli İslâm âlimlerinin arasında; Şihâbüddîn-i Sühreverdî,
Necmeddîn-i Râzî, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî, Ahmed Fakîh, Mevlânâ
Celâleddîn, Muhammed Rûmî, Hâcı Bektaş-ı Velî, Sadreddîn-i Konevî, Safiyyeddîn
Muhammed Urmevî, Sirâcüddîn Mahmûd Urmevî, İzzeddîn Urmevî, Celâleddîn Habîb,
Sâdeddîn-i Fergânî, Fahreddîn Irakî, Kâdı Burhâneddîn, Kutbeddîn-i Şîrâzî, Ahî
Evren, Evhadüddîn Ebû Hâmid Kirmânî, Şems-i Tebrîzî, Muhammed Behâüddîn Veled,
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî, Şeyh Hüsâmeddîn Çelebi, Mevlânâ Muhyiddîn
Kayserî, Şeyh Edebâlî, İbn-i Türkmânî, İbrâhim-i Hemedânî, Cemâleddîn-i
Aksarâyî gibi devrin en seçkin âlimleri vardı.
Âlimlerin
ders verip, eser yazdıkları müesseselerin en meşhurları şunlardır: Konya’da:
Karatay Medresesi, Atabekiyye Medresesi, Akşehir Medresesi, İnce Minâre
Dâr-ül-huffâzı, Sırçalı Medrese, Altunaba Medresesi, Dâr-üş-şifâ-ı Alâî;
Kayseri’de: Sâhibiyye Medresesi, Sirâceddîn Medresesi, Şifâiyye Gıyâsiyye
Medresesi, Hunat Hâtun Medresesi; Aksaray’da: Zinciriyye Medresesi; Sivas’ta:
Dâr-üş-şifâ, Gök Medrese, Çifte Minâre Medresesi, Burûciye Medresesi;
Erzurum’da: Yâkutiye Medresesi, Çifte Minâre Medresesi
Anadolu’da
Türkmenler, Türkçe konuşup, sözlü ve yazılı edebiyât eserleri meydana
getirdiler. Dînî ve bâzı edebî eserlerde Arapça ve Farsça kullanılırdı. Halkın
büyük çoğunluğu Türkçe konuşurdu. Daha sonraları Türkçe, edebiyât dili hâlini
aldı. Ahmed Fakîh, Hoca Dehhânî, Hoca Mes’ûd, Yûnus Emre, Türkçe şiirler
söyleyip yazdılar. Yûnus Emre, şiirdeki büyük kudreti ve tasavvuf aşkıyla
Türkçenin en güzel, en iyi örneklerini verdi. Göçebeler arasında Oğuznâme
ve Dede Korkud destanlarıyla gâziler
arasında çok rağbet bulan Dânişmendnâme ve
Battalnâme
bu devirde sözlü edebiyâttan yazılı edebiyâta intikâl etti.
Celâleddîn-i Rûmî ve oğlu Sultan Veled, insanlara doğru yolu gösteren ve
nasîhat veren eserlerini Farsça yanında Türkçeyle de yazdılar.
Türkiye
Selçukluları, Anadolu’yu Müslüman ve gayri müslim kavimler arasında bir köprü hâline
getirdiler. Dünyâ ticâret yollarını açıp, tedbirler aldılar. Ticârî
münâsebetleri zorlaştıran engelleri kaldırıp, ülkenin birçok yerinde
kervansaraylar yaptırdılar. Yolcuların buralarda, hayvanları ile birlikte üç
gün ücretsiz kalma ve yemek yeme hakları vardı. Buralara gelen, müslim ve gayri
müslim, zengin-fakir, hür-köle bütün misâfirlere aynı yemek verilmesi ve eşit
muâmele yapılması esastı. Kervansaraylar ve hanlar bir külliye hâlinde olup,
hepsinin câmi ve kütüphânesi vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder