Jul Sezar'ın
yönetimi altındaki Roma savaş ganimetleriyle güçlenmiş ve
zenginleşmiş bir
imparatorluğun merkeziydi, yüzyıllarca önce Roma'nın soylu
ailelerinin yaşadıkları
ve hatta üzerinde tarım yaptıkları toprakları, şimdi
zengin Romalı
senatörler köle çalıştırarak işletiyorlardı. İmparatorluğun özgür
vatandaşları
yoksullaşıyordu. Ne çiftlikleri onların verimli topraklarıyla, ne de
güçleri köle
fabrikalarının üretimiyle boy ölçüşebilecek durumdaydı.
Roma şehrinde yaşayanların
sayısı birkaç bin kişiden iki milyonun üstüne
çıkmıştı. Bu
kadar insanı beslemek şimdiden hazineye ve tüccar denizcilere zor
geliyordu. Şehir
halkını beslemek için gereken tahıl, Mısır'ı ve bugün Balkanlar
diye bilinen
Romalıların Panoria adını verdikleri bölgeyi fethetmelerinin önemli
bir nedeniydi.
Her iki bölgede de tahıl bol miktarda vardı. Nüfusu artan, aç
Roma kendisini
yönetenlerden çok şey bekliyordu.
Bütün
hükümetlerde olduğu gibi bürokrasi kendi kendine varolmaya başlamıştı.
Rüşvet yeme
toplumun her kesiminde almış başını gidiyordu. Genellikle rüşvet,
alınmamasını
kontrol etmekle görevli zengin senatör aileleri tarafından
destekleniyor ve
korunuyordu. Lejyonlar az sayıda İtalyan, daha çok da yeni
fethedilmiş ülkelerin
vatandaşlarının egemenliğindeydi.
Ortalıkta
huzursuzluk hakimdi; itfaiyecilik bile bir sorundu. Roma genellikle
birkaç katlı
tahta evlerden oluşan bir şehirdi. İtfaiyecilik, şehir için çok
önemliydi. Ama
aynı hükümet gibi, o da çürümüş bir kurum haline gelmişti.
Geniş alanlar
fahiş fiyatlarla özel şirketlere ruhsatlanmıştı.
Bunlar da karşılığında,
bir yangın çıktığında evlerini kurtarmak ya da korumaya
çalışmak için
her bir ev sahibiyle anlaşmaya başladılar. Çoğunlukla bu şirketler
ev tam yanarken
geliyorlar ve yangını söndürmeye çalışırken ek bir para talep
ediyorlardı.
Politikacılar da
intizamsız ve kuralsız ortamda siyasi katillere dönüşmüşlerdi.
Özel çeteleri,
hizipler ellerinde tutuyorlardı. Hatta ordu bile bağımsız hareket
ediyordu.
Senato, orduyu kontrol altında tutmak için çoktan bir yasa koymuştu.
Buna göre hiçbir
kumandan, senatonun izni olmadan Rubicon nehrini aşarak
ordusunu başkente
yaklaştıramayacaktı... ki hiçbir zaman da böyle bir izin
verilmedi.
Birkaç general
Roma'ya girecekleri tehdidinde bulundular; hatta bir tanesi
ordusunu yasal sınır
olan Rubicon nehrinin ilerisine geçirdi. Bu general,
Roma'nın çoğunluğunu
oluşturan pleplerin desteğini almış Jul Sezar'dı. Ama
Lepidus gibi diğer
liderlerin kendi lejyonları vardı. Mesela Crassus'un emrinde
imparatorluğun
zenginliğinin büyük bölümünü ellerinde bulunduran bir grup imparatorluğun
zenginliğinin büyük bölümünü ellerinde bulunduran bir grup
adam bulunuyordu.
Önde gelen
liderler haricinde, politikacılara yapılan suikastlar çok artmıştı. Bir
zamanlar son
sözü söyleme yetkisine sahip olan Senato hızla güç kaybediyordu.
Zengin ailelerin
ve önemli işlerin başında olan senatörlerin bir karar vermeleri
gerekiyordu.
Daha fazla demokrasi halk tarafından kontrol edilmek demekti.
Pleplerin zengin
elit zararına kendi şartlarını iyileştirmek için hareket etmeleri
önlenemezdi. Diğer
yandan, Sezar gibi liderlerde güçlü bir temel, zenginlik ve
halkı yönetmek
için gerekli yetenek vardı. Bu, bütün yetkilerin bu liderlerden
birine verilmesi
demekti. Bu değiş tokuş sayesinde huzur gelecek, bu da
zenginlerin mali
ve sosyal pozisyonlarını sağlama alacaktı.
Ya da Senato,
birçok üyesinin önerdiği gibi, geleneklerin yanında yer alabilir ve
imparatorluğun
kontrolünü elinde tutmaya çalışabilirdi. Ama varolan durum
Senato'nun
halktan hiç destek almadığını ve çatışan güçler tarafından yakında
bir kenara atılacağını
gösteriyordu.
Böylece
senatörler bir araya geldiler ve en az karşı çıkmayı getirecek olan
çözümde karar kıldılar.
Jul Sezar zaten birinci konsüldü, eşit konumda olanlar
arasında en önde
olandı. Zengin ve soylu bir aileden geliyordu, kendi ordusu
vardı ve geçmişte
Galya savaşlarında gücünü kanıtlamıştı. Eğer Senato
imparatorluğu
yönetmek için güçlü birisini seçecekse en uygunu oydu. Jul
Sezar'ın başa
geçmesi ve huzur ortamı yaratması her şeylerini kaybetmelerinden
daha iyiydi. Jul
Sezar'ın hayat boyu birinci konsül seçilmesinin, en azından
kendileri için
barış ve refah sağlayacağını düşünüyorlardı.
Böylece, Roma'nın
soylu aileleri, bir kriz sırasında değil de, barış zamanında bir
diktatörün başa
geçmesi için oy verdiler. Jul Sezar bunun nasıl bir başlangıç
olacağını
biliyordu. Bu nedenle üç kez, Roma sisteminin esasını oluşturan
kuralları değiştirmek
istemiyormuş izlenimini bırakarak kendisine yapılan
teklifi
reddetti. Aslında bu mevkiye gelmek için ne kadar uğraş vermişti.
Sonunda kabul
etti ve Senatodaki herkes rahat bir nefes aldı. Sadece birkaç
gelenekçi tüm
sisteme ihanet edildiğini düşünüyordu. Bu adamlar 1776'da
Amerika Birleşik
Devletleri'nde Sam Adams'ın ve Kurucu Ataların yaptığı gibi
bütün Romalıların
haklarından ve Senatonun kutsal yönetme yetkisinden
bahsettiler ve
yapılacakları kendi başlarına yapmaya karar verdiler.
Tarihi
kaynaklara göre Sezar'ı uyaran herhangi bir kehanet yoktu. Günlerden 15
Mart'tı, kayıtsız
şartsız kabul edilmesi gereken yasa taslaklarıyla birlikte Senato
Salonu'na doğru
ilerledi. Kısa bir zamanda Jul Sezar Roma İmparatorluğu'nun
her yerinde
mutlak güce sahip olmuştu. Sonraki birkaç yıl boyunca da Pompeius
ve diğer askeri
tehdit oluşturan rakiplerini tasfiye etti. Barış ve huzur kısa bir
süreliğine geri
geldi ama örnek oluşturan bir Senato'nun ortadan kalkmasına ve
Roma İmparatorluk
Sistemi'nin kurulmasına mal oldu.
Bundan sonrasında
gerçekleşenler ise iyi kaydedildi ve Shakespeare'in yazdığı
oyunla ölümsüzleşti.
Gelenekçiler, sorumluluklarını tekrar üstlenmesi için
Senato'ya gözdağı
vermek ve Sezar'ın başa geçmesinin verdiği zararları telafi
etmek üzere
Birinci Konsülü öldürdüler.
Öyleyse yapılması
gereken ve en iyi olduğu düşünülen iki karar vardı ortada;
birincisi, Jul
Sezar'ı hayat boyu diktatör olarak atamak, ikincisi de Konsülün hayatına son
vererek bu kararı tersine çevirmekti. Birinci kararın başarılı
olabilmesi için
Sezar düşmanlarını yenmeli ve gücünü pekiştirmeliydi. Bunun
sonucunda
lejyonlar arasında tarihte o zamana kadar görülmemiş çapta bir dizi
savaş oldu.
Sezar öldürüldüğünde, düzeni sağlamak için güçlerini devrettikleri
diğer liderlere
dönmekten başka çare kalmadı Senato açısından. Sezar'ın
ölümünden
sonraki birkaç yıl hemen bir iç savaş ortamı egemen oldu. Önce üçer
liderden oluşan
iki grup birbirleriyle savaştı.
Augustus,
Anthonius ve Crassus diğerlerini yendikten sonra bu sefer
birbirleriyle
savaşmaya başladılar. Heba edilen insan sayısı ve maddi hasar
inanılmaz boyuttaydı.
Diğer üç lider de birbirleriyle savaşa başladıklarında iç
savaş daha da
derinleşti. Sonunda Augustus Caesar galip geldi ve sonraki bir
yüzyıl boyunca
barış hüküm sürdü. Tabii ki imparatorluk da bir kişinin keyfi
yönetimine kaldı.
Ama iç savaşların sonuna doğru Roma artık yayılmacı politika
izleyen bir
imparatorluk olmaktan çıkmıştı.
Birbiri ardına
elde ettikleri zaferler de geçmişte kalmıştı. Zamanla daha az
yetenekli
imparatorlar başa geçmeye başladı. Sonraki iki yüzyıl boyunca değişen
koşullara bağlı
olarak imparatorlar da değişiyordu. Yönetim sistemi içinde hiçbir
denge kalmamıştı.
Senato önemini kaybetti ve sadece bir paravan olmaya
başladı. Kısa
bir denge dönemi için imparatorluk diktatörlük yönetimine dönmüş ve hatta
Caligula gibi bir deli imparatorun eline geçmişti.
Çoğu kişi tarafından
sevilmeyen Brütüs ve suikastçı grubu Senato adına
yaptıkları
suikastlarıyla işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmeyi
başarmışlardı.
Beş yüzyıl sonraki çöküşlerine kadar, imparatorlardan hiçbiri ne
düzenli olarak
Senato'ya başvurma, ne de tavsiyelerine uyma ihtiyacı hissetti.
Belki de
Caligula, bir zamanların güçlü kurumuna atını tayin ederek en iyi
açıklamayı yapmış
oldu.
Ama Sezar'ın
seçimi, hatta öldürülüşü bile o zamanlar çok doğru bir fikir gibi
gözükmüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder