1250-1517
yılları arasında Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet. Memlûk,
Arapça’da “köle” demektir. Hükümdâr ve emirlerin muhâfız birliklerine bağlı bu
köleler, meziyetleri sâyesinde zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde
idârî kadroyu ele geçirmişlerdir. Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla İslâm
târihinde ilk defâ memlûk (beyaz köle) kullananlar Abbâsî halîfeleri olmuştur.
Abbâsî ordusundaki Türk memlûklerin sayısı kısa bir süre içerisinde 35 bine
ulaştı. Bu Türk askerleri sâyesinde Abbâsîler dış tehlikelere başarıyla karşı
koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan
memlûk kuvvetlerinin sayısı bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalâde arttı. Bu
devrede memlûklerin eğitimi için iki kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik
Sâlih Necmeddîn tarafından Kâhire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında
kurulmuştu. Burada Kıpçak Türkü olan memlûkler eğitim görürler ve kışlaları su
ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i
Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise daha sonra bizzât Memlûk Sultânı
Melik Mansur Kalavun tarafından yine Kâhire’de Kal’atü’l-Cebel denilen Kalenin
burçlarında kuruldu. Burada eğitim görenler “Memâlik-i Burciyye” adıyla
anılırlardı. Bunlar daha çok Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları
için “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini Bahrî Memlûkleri
kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkleri idâreyi ele geçirmişlerdir.
Bahrî Memlûkleri: Devlet idâresinde kademe kademe
yükselen Bahrî Memlûkleri, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî
Hânedânının zayıf bir ânını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultânı Turan Şâh,
Bahrî Memlûklerine karşı tavır alınca 1249 yılında öldürüldü. Yerine eski
sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklerden
Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tâyin edildi. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd-
Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona devretti.
Böylece
müstakil ilk Memlûk Sultânı olarak tahta geçen Aybek, Memlûkler arasında
dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isâbetliliği ile tanınmaktaydı. Aybek’in
tahta çıktığı sırada Irak’ta Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten
yardım istedi. Ancak bu sırada Aybek iç isyânlarla meşgûldü. Bilhassa Bahrî
Memlûkleri liderlerinden Aktay’ın nüfûzunu gittikçe arttırması Aybek’i korkuttu.
Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî
Memlûklerinin büyük kısmı Suriye’ye kaçtı.
Aybek,
iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı
koyarak bütün zorlukları yenmişken, Musul Hâkimi Bedreddîn Lü’lü’ün kızı ile
nişanlanınca karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da
Şecer-üd-Dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nûreddîn Ali’nin
saltanatı iki sene kadar sürdü. Moğolların Sûriye’ye yaklaşmaları üzerine
saltanat nâibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri
gelenlerini toplayarak, Sultan Nûreddîn’in güç durumların adamı olmadığını,
ancak herkesin kendisine itâat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla,
Moğollara karşı konulabileceğini söyledi.
Bu
sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbâsî halîfesinin öldürüldüğü
haberi geldi. İslâm âlemi dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından
karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a
saltanat teklif ettiler. Netîcede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan
indirilerek, Kutuz sultan îlân edildi. Sür’atle ilerleyen Moğol orduları İslâm
ülkelerini çiğneyerek Memlûklerin en kıymetli eyâletlerini aldılar ve Mısır
kapılarına dayandılar.
Sultan
Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye
gitti. 1260 senesinde Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Dâvûd’un, Câlût’u
yendiği rivâyet edilen yerde iki ordu karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda
üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirâyetli kumandası sâyesinde
yenilgiye uğradılar. Kaçan Moğolları tâkip eden Sultan, Moğol başkumandanı
Ketboğa Noyan da dâhil olmak üzere Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer,
İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Çünkü,
Moğolların Mısır’a hâkimiyetleri İslâm âlemi için büyük felâket olurdu. Zafer
sonunda Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan
yerleri hâkimiyeti altına aldı. Cihâdını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere
karşı devâm ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde Türk ordusunun öncü
birliklerine kumanda eden Baybars’a vâd ettiği Haleb umûmî vâliliğini vermediği
için, onun tarafından öldürüldü.
Sultan
Kutuz’un yerine 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın Eyyûbî Hânedânının iktidârdan
uzaklaştırılıp, Türk Memlûklerinin iktidârı ele geçirmelerinde birinci derecede
rolü oldu. Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkleri
ve İslâm âlemini tehdîd ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun Abbâsîleri
Bağdâd’dan çıkarmasına karşılık olarak, Abbâsîlerden El-Muntansır’ı 1261’de
Kâhire’de halîfe îlân etti. Bu davranışı ile bütün Sünnî Müslümanların
takdîrini kazandı.
Memlûklerin,
başşehirleri Kâhire’de halîfelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm
âleminde büyük bir mânevî nüfuz kazandırdı. 1265’te Haçlıların elinde bulunan
Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve
Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi. Bu seferde Ermenilerin başı esir
alınarak Sis (Kozan) zaptedildi. 1268 senesinde tekrar sefere çıkan Sultan
Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak,
prensliklerini yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını edâ etti.
1270 ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan
ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vukû bulan iki İlhanlı
taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak 1274 senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i
ikinci defâ zaptetti. Sultan Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden
kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin dâvetiyle 1277’de harekete
geçti. Elbistan’da İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idâre
merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de kısa bir
rahatsızlıktan sonra elli dört yaşında vefât etti. Şam’a defnedildi. Sultan
Baybars, Moğol hâkimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin şekilde mâni
olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgâline son verdi. Büyük
bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirâyeti sâyesinde devletin iç ve dış
siyâsetini başarı ile yürüttü. Devlet teşkilâtında önemli ıslâhât yaptı.
Baybars’ın
ölümü üzerine yerine oğlu Nâsireddîn Berke geçti. Ancak tâkip ettiği siyâset
yüzünden, kısa bir süre sonra ümerâ (emirler) ile arası açılan Nâsireddîn
Berke, iki yıl kadar sonra kendi isteği ile tahttan çekildi (1279). Yerine
Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddîn Sülemiş geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat
nâibi oldu. Yeni sultânın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidârı
ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş
ve Kalavun adına sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında
ümerânın muvâfakatını da alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek,
sultanlığını îlân etti.
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk
sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna
koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını tâkip etti. 1280 ve
1281 senesinde İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden
Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgûl oldu. Bu yüzden Haçlılarla
savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı. İşlerini
yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını tamâmen
ortadan kaldırmak için harekete geçti. Emîr Hüsâmeddîn komutasında bir orduyu
Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve
1287 senesi Nisan ayında şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun güçlü bir
ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290
senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civârdaki Müslüman topraklarına hücûm
edip, bâzı tüccârları öldürdüler. Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu
hazırladı. Fakat Kâhire’den ayrılmak üzereyken 1290 senesinde vefât etti.
Kalavun’un
vefâtından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti.
Halil, tahta geçer geçmez, Memlûklerin isyânı ile karşılaştı ve kısa sürede
bastırdı. Babasının Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı plânı tatbike
girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında ordusu ile Akka’yı kuşattı ve
şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra Suriye’deki Haçlı
kaleleri birer birer ele geçti. Böylece 14 Ağustosta bütün Suriye sâhili
Haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet
ricâline ve babası zamânında söz sâhibi olan ümerâya karşı kötü davrandı. Bunun
üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği
yaptığı emîrlerin yardımıyla 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.
Sultan
Halil’in öldürülmesinden sonra sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed,
Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde ülke iç
karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahrîbâta uğradı. 1310’da üçüncü
defâ tahta çıkan Nâsıreddîn Muhammed
otuz bir sene devâm eden bu saltanatında önce bütün devlet işlerini ele aldı.
Eskiden olduğu gibi ümerânın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan
Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk, nizâmının olgunlaştığı, hükûmet
dâirelerinin rayına oturduğu, idârede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin
yapıldığı, bâzı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdâs
edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak gelir
kaynaklarını düzeltmiş, iktisâdî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de
arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed 1341 senesinde vefât edince, Memlûk Devleti,
Nâsıreddîn Muhammed’in oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen
yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûklerin çöküşüne ve Burcî Memlûklerin
kuruluşuna kadar devâm eden bu devrenin en bâriz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in
oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun çocuk olmalarıdır. Bu yüzden
ümerânın nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık
değiştirildi. On üç sultânın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da büyük
vebâ salgını oldu, hergün binlerce kişi öldüğü için toprağı işleyecek kimse
kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkûk ile iktidâr, Bahrî
Memlûklerinden, Burcî Memlûklerine geçti. Sultan Berkûk, çerkezlerden bir
topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddîn’i 1382 senesinde
tahttan indirip, Bahrî Memlûkleri devrine son verdi.
Burcî Memlûkleri: Hânedân olarak Mısır Memlûkleri
târihinin ikinci kısmını Burcî Memlûkleri teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu
hânedân 1382’den 1517’ye kadar Mısır’a hâkim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve
kültür bakımından tamâmen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini
muhâfaza etti. Memlûkleri merkeziyetçi bir idâre altında toplayan Sultan
Berkûk, 1399 senesinde vefât edince yerine oğlu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından
istifâde eden Hıristiyanlar harekete geçtiler. Buna Suriye’deki iç
karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec 1412 senesinde âsîler tarafınan
öldürüldü. Halîfe-el-Musta’nın sultan
îlân edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddîn Şeyh,
Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamânında nisbî bir sükûnet sağlandı. Birçok
tesisler inşâ edildi. Seyfeddîn Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de atabegi Tatar, idâreyi ele geçirdi. Fakat Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir
müddet sonra öldü. Tatar’ın vefâtından sonra sultan îlân edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan
indirildi. Memlûk sultanlığı târihinde büyük ün yapan Sultan Baybars, on altı senelik saltanatında
sükûnet ve istikrârı temin etti. Suriye ve Mısır’da Müslümanların faydasına
tedbirler aldı, huzûrda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde Kıbrıs’a
gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve kefâletle serbest
bıraktı. Kral kendisine tâbi olarak her sene vergi ödedi. Ticâreti geliştirmek
husûsunda tedbirler aldı. Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve
Akkoyunlularla da mücâdele etti. 1438 senesinde ölünce yerine oğlu Yûsuf geçti ise de, atabegi Çakmak idâreyi ele
geçirdi.
On
altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın
siyâsetini devâm ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi.
Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostâne münâsebetler kurdu. Vefât edince
yerine oğlu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra iktidâra
Seyfeddîn İnal geçti. İnal, Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnâmesi
gelince, büyük merâsimler icrâ ettirdi. Karamanlılar üzerine, ordu göndererek,
Karaman’ı yağmalattı. Uzun Hasan’a karşı tedbirler aldı. Kıbrıs’la ilgilenip,
Lefkoşe’yi zabtettirdi. 1461 senesinde ölümü ile yerine oğlu Ahmed geçti. Fakat, idâreyi atabegi Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem ilk iş
olarak, isyân eden Şam ve cidde vâlileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı düşmanca
siyâset uyguladı. Uzun Hasan’ı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi
Dulkadıroğulları ile Fâtih aleyhinde işbirliği yaptı. Kendisinden sonra tahta
geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler. 1468
senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icrâatçı
hükümdârlardandı. Osmanlılarla rekâbeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bâyezîd Hanla
taht mücâdelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine
yollamamakla iki devlet arasında harb çıkmasına sebep oldu. 1485-1491 seneleri
arasında Çukurova’da yapılan muhârebelerde, iki taraf da önemli derecede
yıprandı. Neticede Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medîne’ye bırakılması şartı
ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 senesinde vefât etti. Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi.
Emîrlerle ihtilâfa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta
geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden Şam vâlisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu.
İktidâra
geçtiği zaman altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirâyetli
biri olduğunu hemen isbâtladı. Önce Kâhire’de nizâm ve istikrârı tesis ederek
ümerânın büyüklerinden güvendiği kişileri idârî kadrolara getirdi. Daha sonra
devlet hazînesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı. Kansu
Gûrî’nin zamânında Memlûkler, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı
Devleti ile Suriye hudûdundan komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu
Anadolu’ya hâkim olan Şâh İsmâil, şiîliği yaymak sûretiyle Yakındoğu’yu ele
geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanya’daki Endülüs
Müslümanlarının hâkim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince,
Müslümanlar zor duruma düştü. Mısır’ın iktisâdî durumuyla yakın alâkası bulunan
Hind ticâret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan
kıyıları Portekizlilerin eline geçti. Kansu Gûrî, Portekiz genel vâlisinin
Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultânı
İkinci Bâyezîd Handan yardım istedi. Osmanlı gereken yardımı yaptı. Buna rağmen
Kansu Gûrî (Gavri)nin İran Şâhı Şâh İsmâil’le yakın münâsebet kurması,
Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı. Yavuz Sultan Selim Han, Şâh İsmâil’i
tamâmen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Vezîriâzam Sinan
Paşayı kırk bin kişilik bir kuvvetle Safevîler üzerine göndermişti. Ancak Sinân
Paşaya Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûkler tarafından müsâade
verilmemesi ve Kansu Gûrî (Gavri)nin elli bin kişilik bir kuvvetle Haleb’e
gelmesi harp sebebi sayıldı. Mercidâbık’ta yapılan muhârebede Memlûkler kısa
bir sürede mağlup oldular. Kansu Gûrî’nin muhârebeden sonra kaybolmasıyla
Memlûk tahtına Tomanbay geçti.
Haleb,
Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbay’a bir nâme
göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazze’den îtibâren güneyde kalan
toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tomanbay bu teklifi kabûl etmedi.
23 Ocak 1517’de Ridâniye’de Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı
koyamayarak mağlup oldu. Kâhire’de ve Sait taraflarında mücâdelesini devâm
ettirdi ise de, yakalanarak îdâm edildi. Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267
sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı sona erdi. Halîfelikle berâber mukaddes
yerlerin himâyesi de Osmanlıların eline geçti.
Memlûkler,
sultanın kendi kölelerinin, idârenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir
hiyerarşik sisteme sâhipti. İktidârın bünyesindeki başarı için gulâm sistemi
esastı. Çünkü eski Memlûklerin oğulları da dâhil olmak üzere hür unsurlar
orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrârsızlığı
sebebiyle, hükümdârların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere,
sultânın mutlak iktidârı büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu.
Meseleler dîvânda görüşülüp, karâra bağlanırdı. Memlûklerin asker ihtiyâcı
Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların
idâresindeki Memlûklü ordusu, muhârib olmasından,
sevk ve idâresindeki mükemmelliğinden Haçlı ve Moğol saldırılarını
bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden
korumuşlardır. Memlûkler, Eyyûbîlerin siyâsetlerini devâm ettirdiler. Resmî
yazışmalarda Arabîyi kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili Kıpçak Türkçesi
olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûkler,
Mısır’da pek parlak bir medeniyet devresi açtılar.
Memlûkler
devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binâlar yapıldı. İdâreci, kumandan ve bu
arada bâzı esnâf cemâatleri büyük şehirlerde câmiler yaptırdılar. Kâhire’deki
Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu
câmileri ve Trablus, Şam, Haleb eyâletleri câmileri ile Kâhire, Haleb, Şam ve
Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet memuru ihtiyâçlarını
karşılamak üzere, Kâhire’de mektep açmışlardır. Burada tahsîlini tamamlayanlar,
mülkî ve askerî memûr olarak vazîfeye tâyin edilirlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder