site içi arama

14 Nisan 2016 Perşembe

Türk Mitolojisi: Boy Söylenleri.

Türk halklarının tüm din tarihi, bir boyun ya da bir halkın kurucu atasımn bir erkek ile bir kadın arasın-daki normal bir ilişkiden doğmadığı, aksine bir hiyerofani, yani insan doğasını aşan güçlerin birleşmesi sonucu doğ-duğu inancı üzerine kuruludur. —»Işık, —»Su, —»Ağaç, özel nesneler ve özellikle —»Hayvanlar birbirleriyle veya bir in-sanla buluşurlar; bu kişi bir erkek ya da bir kadın olabilir. Çoğu kez bu değişik varlıklar birbirine karışmıştır: İnsan aynı zamanda hayvandır, hayvan aym zamanda ışıktır, ışık aym zamanda bir insan şeklinde görünür vs. Bazen bu tema çok açık seçik ortaya çıkar, ancak bazen de rakiplerini öv-mekten daha çok, onları aşağılamak için çaba sarfeden mu-halif halklar tarafından aktarılmışsa, tema eksik, anlaşılmaz ya da biçim değiştirmiş çeşitlemeler şeklinde az çok tahrif edilmiştir.
Her ne kadar bütün Türk halkları için elimizde kesin belge-ler mevcut değilse de, hepsinin istisnasız böyle söylenler yaratmış oldukları anlaşılıyor. Son merci olarak bu söylen-lere başvurulur ve böylece açık bir şekilde üstünlüklerini kamtlamaya ve o boyun kurucusunu doğrudan ya da do-laylı bir şekilde —»Gök ile ilintilendirmeye çalışırlar, çünkü kendisi göğün bir tezahürü veya bir elçisidir. Bu söylenlerin sayısı çok fazla olduğundan, aralarından ancak en meşhur ve en karakteristik olanlardan bazıları örnek olarak seçile-bilir. Bu söylenlerden biri ya da diğeri, eğer bir halkın ara-sında geçici bir süre için veya kati olarak yer edindiyse, bu durumda rekabet eden söylenlerin direnciyle karşılaşma-dan, bunun olmuş olamayacağını hatırlamakta fayda var. Örneğin Kırgızlarda, o boyun kökenini boğaya ya da —»Kö-peğe dayandıran rivayetler bulunmaktaydı. Karahanlılarda ata, —»Deve ve —»Aslandı. Uygurlarda bir yaratıcı —»Doğan simgesi ve bir ışık tarafından döllenmiş bir —»Ağaç simgesi bulunmaktaydı. Göreceli olarak daha yeni olan Oğuzname' de birçok anlatı yer almaktadır. Bunlar birbirini pek tutma-makta ve değişik temalar birbiriyle kesişmektedir.
Bazen önemli ayrıntılarda farklılık gösteren birçok Çince çe-şitleme, bizi T'u-küelerin boy söylenleriyle tanıştırmaktadır. Bugut Yazıtında, bir çocuğu emziren dişi bir kurdu (—»Kurt) gösteren rölyef, yegane güvenilir bilgiyi aktarmaktadır. Bunların en eskisi şöyle der: "T'u-küeler, Hiung-nuların bir koludur. Boylarının adı —»A-se-na idi. Yalmz başlarına bir grup oluşturdular, ancak daha sonra komşu bir devlet kar-şısında yenilgiye uğradılar ve on yaşlarında küçük bir erkek çocuğu dışında boylarının tamamı imha edildi. Onun bu gençliğini gören askerlerin [düşmanların] hiçbiri, onu öl-dürmeye cesaret edemedi. Nihayet çocuğun ayaklarım kes-tiler ve onu otlarla kaplı bir bataklığa attılar. Orada bulunan dişi bir kurt onu etle besledi. Oğlan çocuğu bu şekilde bü-yüdü ve dişi kurtla birlikte oldu. Kurt derhal gebe kaldı. Kral, çocuğun hâlâ yaşadığım öğrenince, onu öldürmeleri için adamlarını yeniden yolladı. Adamları, çocuğun ya-nında dişi bir kurt görünce, onu çocukla birlikte öldürmek istemediler. Dişi kurt, derhal Kao-Tchang'ın (Turfan) ku-zeybatısında bir dağa kaçtı. Bu dağda bir mağara ve mağa-ranın içinde düz bir plato bulunmaktaydı. Sık otlarla kaplı, çevresi birkaç yüz li gelen mağaramn dört bir yanı dağlarla çevriliydi. Bu dağa sığınmış olan dişi kurt, on erkek çocuğu dünyaya geürdi. Çocuklar büyüyünce, dışarıda kendilerine birer eş buldular ve onlar da kısa sürede anne oldu. Çocuk-lan birer isim aldı. Bunlardan biri A-se-na idi." Bu raporda birçok dinsel temayı yan yana görmekteyiz: Bataklığa terk etme, bir halkın tamamının ölümü, yeniden doğuş alâmeti, bir yabancı tarafından evlât edinme, bir hayvanla cinsel iliş-kide bulunma, göç, dölleyici su, anne mağara simgesi olan mağara ve nihayet dağlar arasındaki tecrit. Ana hatlarıyla bu söylen T'u-küelerden daha yaşlıdır, dolayısıyla Hiung-nu, VVusun ve Kao-külerde (Ting-ling) bile görülmektedir.
—»Buku Kağan söyleni birçok kaynakta geçer; ya bu söy-lenden bahseder ya da onu anıştırırlar. Bu söylen Uygurlar tarafından çok beğenilmekteydi ve görünüşe bakılırsa bazı komşu halkları etkilemiş olmalı. Hiçbir metin bu söyleni tam olarak aktarmıyor. Ancak îranlı Ğuvaini'nin anlahsm-da, bu söylen orijinal biçimine oldukça yakındır: "Karaku-rum'daki iki nehir, yani Tuğla (Tola) ve Selenga nehirleri Kamlancu adlı bir yerde birleşirler. Bu iki nehrin arasında iki ağaç bulunmaktaydı. Birinin adı kusuk (Sibirya sediri), diğerinin adı ise toz (kayın) idi. Bu iki ağacın arasında bü-yükçe bir tepe yükselmekte ve gökten üzerine ışık düşmek-teydi. Gün geçtikçe tepe daha da büyüdü. Uygur boyları bu tuhaf manzarayı görünce, hayretler içinde kaldılar. Saygıyla ve itaatkâr bir şekilde tepeye yaklaştılar. Kulaklarına, bir melodiyi andıran armonik sesler çalınıyordu. Otuz adım mesafeye kadar tepenin etrafı her gece ışıklar altındaydı. Günlerden bir gün, tıpkı hamile bir kadının doğurması gibi, bir kapı açılır ve çadıra benzer beş kulübe ve her birinin içinde oturan bir çocuk görünür. Her çocuğun ağzının önünde bir tüp asılıydı. Çocuklar gerekli sütü bu tüpten iç-mekteydiler. [...] Rüzgar çocukların üstüne doğru esince, güçlendiler ve hareket etmeye başladılar. [...] Kısa sürede sütten kesildiler ve konuşmaya başladılar. Anne ve babala-rını sordular. Halk onlara o iki ağacı gösterdi. Ağaçlara yaklaştılar ve terbiyeli çocukların anne ve babalarına göstermekle sorumlu oldukları her türlü saygı ve hürmeti, ağaçlara gösterdiler. Çocuklar, üzerinde ağaçlarm büyü-düğü yere de saygı gösterdiler. [...] Çevredeki bütün boylar çocukları ziyaret etti ve onlara, prenslere gösterilen hürmeti gösterdiler. Yanlarından ayrıldıklarında ise, her birine bir ad verdiler: Beşinciye [...] Buku Kağan adını taktılar."
T'u-küelerin söyleninde olduğu gibi, değişik tasarımlar bir-birleriyle rekabet etmektedir: Birleşen nehirler, doğumun simgesidir; tepe, toprağın anneliğine işaret etmektedir; bes-belli ki, burada yaşam ağacı ve toprak anaya ilişkin tasa-rımlar iç içe geçmiştir. Aynı şekilde, hem çocuk yapan ışık hem de emzirme temaları yer almaktadır. Nihayet, rüzgarın ortaya çıkmasının da bir anlamı olsa gerek.
Bir başka İranlı tarihçi olan Raşid-ad-Din Fadlallah tarafın-dan aktarılan Kalaçların boy söyleni, şüphesiz çok daha fazla değişikliğe uğramıştır, ancak bu söylende bazı eski iz-leri görmek mümkündür. "Bir kadının bir çocuğu vardı. Fa-kat yaşanan kıtlık nedeniyle sütü yoktu ve çocuk açtı. Ko-cası arkada [ordunun gerisinde] kaldı, çünkü bir , çakal bir sülün avlamıştı. Adam çakala doğru bir tahta parçası attı, sülünü aldı ve yemesi için onu karısına verdi. Böylece, karı-sının göğsü tekrar sütle doldu ve o da çocuğunu emzirdi." Çocuğun burada bir çakalın yardımıyla doyuruluyor ol-ması, kadm-çakal şeklindeki asıl çiftin tekrarı olsa gerek.
Söylensel bir birliktelik hakkında Oğuzname'de yer alan an-latılardan yalnızca biri vurgulanmıştır. Oğuz Kağan gibi böylesine tuhaf bir varlığın doğumunu destekleyecek olan anlatı maalesef kaybolmuştur. Burada söz konusu olan, bir boyun türeyişine ilişkin bir söylen değil, aksine daha son-raki bir döneme ait aynı yapıda bir söylendir. "Günlerden bir gün, Oğuz Kağan —»Tengriden belirli bir yere gelmesini rica eder. Gökten —»Mavi bir —»Işık düşer. Bu ışık —»Güneş-ten ve -»Aydan daha parlaktır. Oğuz Kağan ışığa yaklaştı-ğında, ortasında bir kızın bulunduğunu görür. Orada tek başına oturuyordu. Yüzünde, ateş ve ışıktan bir beni vardı. Bu tıpkı Kutupyıldızı gibiydi. Bu kız o kadar güzeldi ki, güldüğünde mavi gök (-»Kök Tengri) gülüyür, ağladığında Kök Tengri ağlıyordu. Oğuz Kağan onu görünce, aklı ba-şından gitti. Aklını kaçırdı. Onu sevdi. Onu aldı. Onunla birlikte oldu. İçindeki arzuyu yerine getirdi. Kız hamile kal-dı. Üstünden günler ve geceler geçtikten sonra, üç erkek ço-cuğu dünyaya getirdi."
Ayrıca Oğuzname'nin, popüler etimolojiler yaratmak sure-tiyle zikrettiği her halk için bir türeyiş yakıştırdığını belirt-meliyiz: örneğin Saklab (Slav), şehri iyi muhafaza etmiş ki-şidir; Kalaç "burada kal ve [kuleyi] aç" emrini yerine getiren kişidir. Karluk ise, karlarla kaplı dağlarda bir kahramanlık sergileyen kişidir. Böylece Oğuzname, boy söylenini salt be-şerî bir kahramanlığa dönüştürmektedir. Bu konudaki delil ise, Kıpçaklar için oluşturulmuş olan etimolojidir: Adını al-mış oldukları -»Ataları, içi oyulmuş bir ağaç kütüğünde bir -»Nehri geçer. Esasen kendisi bir ağaç kovuğunda doğmuş.
-»Aslan; Ay; Böri; Buğra Kağan; Kün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder