On iki ve on üçüncü yüzyıllarda merkezi Erbil olmak
üzere Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da Zeyneddîn Ali Küçük bin Begtigin
tarafından kurulan beylik. Bunun için Begtiginliler de denilmektedir. Zeyneddîn
Ali, Musul atabeglerinden İmâdeddîn Zengî’nın kumandanlarından idi. İmâdeddîn
Zengi, 1131 senesinde Erbil’i ele geçirince, bölgeyi Zeyneddîn Ali’ye verdi.
1144 senesinde Musul nâibliğine tâyin edilen Zeyneddîn Ali, Zengi’nin ölümünden
sonra, onun evlâdını ve hükûmetini koruyanların başında yer aldı. Elindeki
kuvvetlere rağmen velînimetine sadakât göstererek, Zengi’nin oğlu Seyfeddîn’e
ve onun ölümünden sonra da Kutbeddîn’e bağlı kaldı. Erbil, Şehrezûr, Tikrit,
Sincâr, Musul ve Harran gibi şehirler onun hâkimiyetindeydi. Ömrünün sonlarına
doğru Zeyneddîn Ali, oğlunun Erbil’de yerine geçmesini emniyet altına alarak,
idâresi altındaki yerleri Musul Atabegi Kutbeddîn’e bıraktı. Cesur, âdil,
cömert ve ilim sâhiplerinin koruyucusu bir zât olan Zeyneddîn Ali, 1168
senesinde Erbil’de vefât etti.
Zeyneddîn Ali’nin yerine on dört yaşındaki Gökböri
geçti. Fakat Erbil vâlisi ile arası açık olduğundan, vâli Kaymaz onu ülkeden
uzaklaştırıp, yerine kardeşi Zeyneddîn Yûsuf’u geçirdi. Gökböri, Musul Atabegi
İkinci Seyfeddîn Gâzî’nin hizmetine girdi. Bunun üzerine Gökböri’ye iktâ olarak
Harrân bölgesi verildi. 1183 senesinde düşmanı olan vâli Kaymaz, Musul
vâliliğine getirilince, Gökböri, Selâhaddîn Eyyûbî’ye tâbi oldu. Selâhaddîn-i
Eyyûbî, kız kardeşi ile evlendirerek, Urfa ve Samsat’ın idâresini ona verdi.
Gökböri, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Haçlılara karşı yaptığı savaşlarda Sûriye ile
Filistin’in zabtında önemli rol oynadı.
Erbil hâkimi olarak görünen Zeyneddîn Yûsuf’un ilk
devrelerinde yönetim, fiilen vâli Kaymaz’ın elindeydi. Kaymaz, Musul’a vâli
tâyin edilince, Yûsuf, Atabegliğin idâresini ele aldı. Onun da 1190 yılında
ölümü üzerine Muzafferüddîn Gökböri, Atabegliği tekrar eline geçirdi.
1193 senesinde Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin ölümüne kadar
Eyyûbîlere bağlı kalan Gökböri, önce Zengîlerin Musul kolunu zayıf düşürmeye
çalıştı. Bu hususta Eyyûbîler ile ittifak kurdu. Ahmedîlilerden Alâeddîn Kara
Sungur ile birleşerek, İldeniz Atabegi Ebû Bekr bin Pehlivan’ın idâresindeki
Âzerbaycan’a sefer düzenledi. Fakat Irak-ı Acem hâkimi Şemseddîn Aydogmuş’un
müdâhalesi ile geri döndü. Sonraları genişleme siyâseti gütmekte olan
Eyyûbîleri tehlikeli görmeye başladı ve onlara karşı olan ittifaklarda yer
aldı. Musul’da idâreyi ele geçiren Atabeg Bedreddîn Lü’lü ile mücâdele etti.
1220 senesinde Moğol tehlikesiyle karşı karşıya kalan Gökböri, Celâleddîn
Harezmşâh’a tâbi oldu ise de ülkesini tahrib olmaktan kurtaramadı. 1232
senesinde Erbil’de vefât eden Gökböri, erkek evlâdı olmadığından, ülkesinin
halîfeye verilmesini vasiyet etti. Onun ölümü üzerine, Bağdat’taki Abbâsî
halîfesinin kuvvetleri Erbil’e gelerek şehri teslim aldılar.
Erbil Atabegliğinde Muzafferüddîn Gökböri, kültür ve
îmâr faâliyetlerinin yanısıra, sosyal yardım müesseseleri kurmakla da dikkati
çekti. Câmiler, hankâhlar, medreseler ve hastahâneler yapdırdı ve bunların
masrafını karşılamak için vakıflar tahsis etti. Erbil surlarını tâmir ettirdi. Çarşılar
yaptırıp sokakları düzelttirerek, Erbil’i büyük bir şehir haline getirdi. Bir
kültür ve sanat merkezi olan Erbil’de heryıl Resûlullah efendimizin doğum günü
muhteşem merâsimlerle kutlanırdı. Dörtbir taraftan gelen âlimler, insanlara vâz
ve nasihat eder, mevlid merâsimlerine ayrı bir renk verirlerdi.
Gökböri, Haçlılarla bizzat savaşmasının yanında, esir
düşmüş Müslümanları da fidyesini vererek kurtarırdı. Yaptırdığı hastahâneyi
haftada iki defâ ziyâret eder, hastaların muhtaç akrabâlarına nafaka gönderirdi.
Bir dul hanımlar evi ile yetimhâne yaptırdı. Annesiz süt çocuklarına süt
anneleri tuttu.
İlim sâhiplerini göseten Muzaffereddîn Gökböri’nin
sarayında Mübârek bin Ahmed, Erbil Târihi’ni,
İbn-i Hallikân Vefeyât-ül-A’yân’ını
yazdı.
Erbil Atabeglerinde, Büyük Selçuklulara benzer bir
teşkilâtın bulunduğu anlaşılmaktadır. Hükümdâr ile hükûmet arasındaki irtibâtı
temin eden görevlilere hâcib, bunların
başkanlarına da hâcib-ül-hüccâb denirdi.
Saray teşkilâtında hâcib-ül-hüccâb’dan sonra en yetkili görevli üstâd-üd-dâr idi. Bu şahıs saraya âit umûmî
masraflardan ve mutfağın denetiminden mesuldü. Sarayın ve hükümdârın korunması
ile görevli muhâfız birliği olan cândârların reisine emîr-i cândâr denirdi.
Beyliğin en önemli işlerinin görüldüğü bir büyük dîvân
vardı. Bu dîvânın vezir dışındaki üyeleri; müstavfî, müşrif, münşî ve
ârız-ül-ceyş idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder