16. ve 17.
Yüzyıllarda Avrupa'nın kaderi iki hanedanın elindeydi; Habsburglar ve
Osmanlılar.
Habsburgların başkenti Viyana aynı zamanda Avrupa'da Osmanlı
askerinin
görülebildiği son nokta idi. Viyana'nın Osmanlılar tarafından
fethedilmesi
sadece en önemli rakip hanedanının tasfiyesini getirmekle
kalmayacak Orta
Avrupa'dan Batı Avrupa'ya doğru Türklere yeni bir yayılma
alanı da
açılacaktı. Ve böyle bir durumda hiç kuşkusuz Avrupa'nın tarihi çok
farklı
şekillenecekti.
Viyana'nın
fethine ilk kalkışan Kanuni Sultan Süleyman oldu. 1529'da 75 bin
kişilik o zamana
göre büyük bir orduyla Viyana önlerine gelerek kenti
kuşatmıştı. Ama
Mayıs'ta İstanbul'dan yola çıkan ordu görülmemiş yağmurların
etkisiyle çok
ağır ilerleyebilmişti. Bu arada kuşatmada etkili olacak büyük
toplarını geride
bırakmak zorunda kalmış ve ancak Eylül sonlarında Viyana
önlerine
gelebilmişti. Üç hafta kadar kenti kuşatan Sultan Süleyman, Avusturya
İmparatoru
Ferdinand'ın kenti terk etmiş olduğu gerekçesiyle -aslında artık kış
bastırdığı için-
kuşatmayı kaldırmış ve geri çekilmişti. Kenti alamamış duruma
düşmektense kendi
kararıyla vazgeçmiş olmayı tercih etmişti.
Ama Viyana'nın
fethi Osmanlıların zihninden çıkıp gitmedi. Nitekim 150 yıl
sonra Temmuz
1683'de Osmanlı ordusu bir kez daha Viyana önlerinde göründü.
Bu kez Sadrazam
Kara Mustafa Paşa komutasındaki 200 bin kişilik dev bir
ordunun elinden
Viyana'nın kurtulması bir mucize olurdu! Ama tarihte
kazananlar
açısından "mucize" kaybedenler açısından ise "fiyasko"
olarak
nitelendirilecek
olaylara da yer var.
Nitekim
"Cihan Padişahı"nın Sadrazamının olağanüstü kibri, şehrin yağma
edilmeden eline
geçmesi için gösterdiği açgözlülüğü ve 11 yıl önce 1672'de
Dinyester Nehri
kıyılarında yenilgiye uğrattığı Polonya Kralı Jan Sobieski'yi
küçümsemesi hem
Viyana'yı kurtaracak, hem de bu ihtiraslı sadrazamın
kellesine mal
olacaktı.
17. Yüzyılda
Osmanlı maliyesinde ve ordusunda çeşitli reformlar yaparak
imparatorluğu
güçlendiren Köprülü Mehmet Paşa'nın evlatlığı olarak yetişen
Kara Mustafa
Paşa, Köprülü'nün oğlu Fazıl Ahmet Paşa'dan sonra sadrazam
oluncaya kadar
bazı önemli askeri başarılara imza atmıştı. Özellikle 1672'deki
Kameniçe seferi askeri
kariyerinde bir dönüm noktası oldu.
Fazıl Ahmet
Paşa'nın sadrazamlığı sırasında Kaptan-ı Deryalığa getirilen ve
Sadaret Kaymakamlığı
da yapan Kara Mustafa Paşa, Köprülü ailesinin bir
mensubu gibiydi.
Bu ailenin hizmetlerinden memnun olan IV. Mehmet
tarafından
1676'da sadrazamlığa getirildikten sonra 1678 ve 1680'de Ruslara
karşı savaşlarda
başarılı olan Kara Mustafa Paşa en sonunda Kanuni Sultan
Süleyman'ın
başaramadığını başarmak azmiyle Viyana üzerine sefer için
hazırlıklara başladı.
Nisan 1683'de
Avusturya'ya açılan savaşta ordu yola çıktığında Sultan IV.
Mehmet Belgrat'a
kadar ordunun başında geldi. Ancak daha ileri gitmeyi uygun
görmeyerek
ordunun komutasını sadrazama bıraktı ve Edirne Sarayına ve av
partilerine geri
döndü. Bu gibi büyük önemi olan askeri seferler sırasında
padişahlar
ordunun komutasını verdikleri vezirlerine İslam Peygamberi
Muhammed'in
bayrağı olduğu kabul edilen Sancak-ı Şerif'i de teslim ederler,
böylece sefere
yüklenilen anlam farklı bir dinsel boyut da kazanırdı. IV. Mehmet
de böyle yaptı.
Daha önce Mühr-ü hümayununu ve Kabe'nin anahtarlarını
emanet ettiği
sadrazamına Belgrat'ta peygamberin sancağını da teslim ederek
Viyana'ya doğru
uğurladı.
Hızla Viyana'ya
doğru yürüyüşe geçen Osmanlı ordusu önüne çıkan her şeyi
yakıp, yıkıp,
yağmalayarak Viyana surlarının önüne geldiğinde Temmuz ayının
ortası olmuştu.
Yani bu kez birinci kuşatmada olduğu gibi bir gecikme ve savaş
mevsiminin sonu
gelmiş değildi. Dönemin gözlemcilerinin aktardığına göre
Viyana'nın
karşısına kurulan ordugah neredeyse Viyana kentinden daha büyük
ve daha gösterişliydi.
Viyana'yı ele
geçireceğinden hiç kuşkusu olmayan Kara Mustafa Paşa rivayete
göre 1500
cariyenin bulunduğu haremini bile yanında getirmişti. En büyük
kaygısı da
Habsburgların bu zengin başkentini yağmaya uğramadan ele
geçirmekti.
Osmanlı ordusunun geleneklerine göre zorla fethedilen bir kent bir
süre için onu
ele geçiren askerin yağmasına bırakıldığından buna meydan
vermemek için
kentin teslim olmasını sağlamak gerekliydi. Sadrazam da bunun
için elinden
geleni yapmaya kararlıydı.
Askerin yağma
hırsının ve hevesinin azalması için yol boyunca ele geçirilen
kasaba ve
köylerin yerle bir edilmesine varan bir yağmaya göz yummuş, böylece
Viyana'nın fazla
hasar görmeden kendi ganimeti olabilmesi için önlem almıştı.
Hatta kentin
zarar görmesini istemediği için Osmanlı ordusunun en büyük
toplarını
yanında getirmemeyi bile düşünmüş, daha küçük çaplı toplarla
yetinmişti.
Osmanlı
ordusunun Viyana'ya gelinceye kadar yol boyunca saçtığı dehşet ve
sergilediği güç
karşısında Avusturya İmparatoru I. Leopold ve ailesi kenti terk
etmiş ve geride
Starhemberg komutasında yaklaşık 20 bin kişilik bir savunma
kuvveti
bırakarak Linz'e doğru çekilmişti. Bunu öğrenen Viyanalıların iyice
morali
bozulurken kenti kuşatan Osmanlı ordusunun ise kendisine olan güveni
ve zafere olan inancı
pekişmişti.
Kara Mustafa
Paşa 14 Temmuzdan itibaren bir yandan kenti kuşatır ve bunun
için gerekli
askeri önlemleri alırken, bir yandan da kentin kendiliğinden teslim
olmasını
sağlayacak moral bozucu önlemlere ağırlık veriyor, hatta gösteriler
düzenliyordu.
Viyana'yı savunanların savaşma gücünün kırılması için gereken
her şey yapılıyor,
adeta bir tür "psikolojik savaş" yürütülüyordu.
Öncelikle
ordunun neredeyse Viyana'dan daha büyük, düzenli ve gösterişli bir
kent gibi
surların karşısına yerleşmesi dikkat çekiyordu. Sadrazamın çadırı
gerçekten de bir
saray gibi inşa edilmiş, etrafını çeviren diğer paşaların çadırları
da konaklar gibi
yayılmıştı. Hatta Sadaret çadırının çevresine çiçekler dikilerek
küçük bir park
yapılması bile ihmal edilmemişti. Kuşatma için kurulan metris ve tabyalarda da
bir tür pervasızlık sergileniyor,
birliklerin ve
komutanların hareketlerinin de kalenin içindekileri önemsemeyen,
ciddiye almayan
bir havada cereyan etmesine özen gösteriliyordu. Öyle ki,
Osmanlı ordusu
istediği anda kenti ele geçirebilecekmiş, kenti savunanların
elinden bir şey
gelemezmiş gibi davranıyordu. Birlikleri teftiş ederken Kara
Mustafa Paşa
bile tüfek menziline girmekten çekinmiyor, maiyetiyle birlikte
adeta resmi
geçit yapmaktan zevk alıyordu.
Örneğin Tuna
nehri üzerindeki adada yer alan bir bahçeyi ziyarete gidiyor,
gidişte ırmağı
atıyla geçerken birkaç saat sonraki dönüşü için hemen adayla kara
arasına bir
köprü inşa ediliveriyordu. Kuşatma bölgesinin çeşitli noktalarına
sevk edilen
birlikler Viyana surlarının dibinde mehteran bölüğünün çaldığı
askeri marşların
eşliğinde ve gerçek bir resmi geçit yaparak yola çıkıyorlardı.
Bu arada ele
geçirilen esirlere de hiçbir şekilde merhamet gösterilmiyor, böylece
estirilen
terörün yaratacağı korkudan da yararlanılmaya çalışılıyordu. Kuşatma
boyunca
infazların yapıldığı "Leylek Çadırı" sürekli faaliyetteydi ve
binlerce kelle
kesilmişti. Daha
önceki savaşlardan esir düşmüş Avusturyalı bir hizmetkar
sahibini
öldürünce o sırada orduda bulunan Avusturya uyruklu 150 hizmetkarın
hepsi kılıçtan
geçirilmişti. Viyana yakınlarında kuşatılan ve teslim olan bir kasabadaki
binlerce kişi de yine kılıçtan geçirilmekten kurtulamamıştı.
Bir yandan da
Viyana surlarına çok şiddetli olmayan saldırılar sürüyordu.
Zaman zaman
yapılan hücumları Avusturya askerleri püskürtmekte
zorlanmıyordu.
Ama artık haftaları geride bırakan kuşatma kentin 50 bin kişi
civarında olduğu
tahmin edilen nüfusunun yaşamını doğal olarak zorlaştırmaya
başlamıştı. Ele
geçirilen esirlerin verdiği bilgiler de Kara Mustafa Paşa'nın
kentin teslim
olacağına ilişkin umutlarını güçlendiriyordu.
Bu arada
kuşatmanın kaderini tayin edecek birkaç önemli olay meydana geldi;
birincisi,
İstanbul'dan getirilen Avusturya elçisi serbest bırakılarak
İmparatorunun
yanına gitmesine izin verildi. Böylece Osmanlı'nın baş edilmez
gücüne tanık
olan elçinin aktaracağı bilgilerle kentin teslim edilmesinden başka
çare olmadığını
imparator anlamış olacaktı. Oysa elçinin ordunun zaaflarına
ilişkin
gözlemleri ve bilgileri de vardı ve bunların Osmanlıların aleyhine
kullanılacağı hiç de
dikkate alınmıyordu.
İkincisi, daha
kuşatma başlarken Budin Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa
Viyana'nın
arkasına düşen bazı önemli kalelerin fethedilmesinin doğru olacağını
söylemiş ve
böylece Viyana'ya gelebilecek yardım kuvvetlerinin bu noktalarda
engellenebileceğini
belirtmişti. Ancak Kara Mustafa Paşa bu öneriyi fazla ciddiye
almadı ve
düşmanın gücünü abartmak olarak değerlendirdi. Oysa bu yapılmış
olsa, gerçekten
de kuşatmanın sonlarına doğru gelen yardım ordusu
engellenebilir,
bir ölçüde yıpratılabilir ve Viyana önlerindeki meydana savaşına o
kadar diri bir
şekilde çıkamayabilirdi.
Üçüncüsü,
Avusturya İmparatorunun Viyana'ya yardım çağrısının da Avrupa'da
pek karşılığı
olmayacağı varsayılmıştı. Dolayısıyla uzayan kuşatmanın aynı
zamanda
imparatora büyük bir askeri kuvvet toparlamak için de fırsat ve zaman
kazandırdığı
dikkate alınmadan kentin ele geçirilmesini sağlayacak tayin edici
saldırılara
girişmekten uzak duruldu. 14 Temmuzda başlayan kuşatma artık iki aya yaklaşıp
da Eylülün ilk haftasına gelindiğinde Leopold'un ve Jan
Sobieski'nin
büyük bir orduyla Viyana'ya yardıma gelmekte olduğu
öğrenilmesine
rağmen Sadrazam bu duruma pek aldırmadı. Kendisini uyarmaya
çalışanları da
korkaklıkla suçlayarak susturdu.
Böylece uzayan
ve artık iki ayı bulan kuşatma Osmanlı ordusu içinde sıkıntılara
ve moral bozukluklarına
yol açmaya başlamıştı. Yiyecek kıtlığı başlamış ve
fiyatlar çok
yükselmiş, hayvanların beslenmesi için gereken otun bulunması için
artık iki günlük
yola gidilir olmuştu. Viyana önlerine gelinceye kadar yapılan
yağmalardan elde
edilen ganimetlerle İstanbul'a dönmek asker için önemli bir
kaygı haline
geliyordu. Ya sıkı bir saldırıyla kent ele geçirilmeli, ya da İstanbul'a
dönüş için yola
çıkılmalıydı ve bunlar artık ordu içinde açıkça konuşulmaya
başlanmıştı.
Öte yandan
Hıristiyan dünyası da Avrupa'nın bu en büyük kentini kuşatan
İslam ordusuna
karşı harekete geçecek ve Viyana'nın kurtarılması için büyük bir
ordunun
toparlanmasını sağlayacaktı. Bu girişimlerden ve hazırlıklardan bilgisi
olan Viyana'daki
savunma kuvveti tüm zorluklara göğüs geriyor ve teslim olmayı
düşünmüyordu.
Nitekim Eylül'ün başında yaklaşık 100 bin kişilik büyük bir
ordu Viyana'nın
yardımına gelmek üzere yola çıkmıştı.
Durumu haber
alan Kara Mustafa Paşa hala düşmanını küçümsemeye devam
etti. Üstüne
gelen kuvvet hiç de küçük olmamasına rağmen kuşatmada görev
alan askerlerin
sayısını iyice azaltarak veya kuşatmayı tümden kaldırarak bu
orduyla meydan
savaşına girmeyi düşünmedi. Bazı birlikleri kaydırarak ve
yeniden bir
düzenleme yaparak Avusturya İmparatoru ve Polonya Kralı'nın 100
bin kişilik
ordusunun karşısına 30 bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı yeterli gördü.
Bu savaşı
kazandığında Viyana'nın da eline olmuş bir meyve gibi düşeceğini
umuyordu. Ama
hiç de öyle olmayacaktı.
12 Eylül 1683'de
meydana gelen savaşta Osmanlı ordusu ağır bir yenilgiye
uğrarken bütün
ağırlıklarını Viyana önlerinde bırakarak hızla Belgrat'a doğru
çekilmek zorunda
kaldı. Avrupa topraklarında Osmanlılar ilk kez bu kadar ağır
bir bozguna
uğruyordu. Viyana önlerindeki bu savaşı kazanan Avusturya ve
Polonya ordusu
çekilmekte olan Osmanlı ordusunu takip etse sonuç daha da
vahim olabilirdi
ama buna kalkışmadılar. Bunun üzerine Osmanlı ordusu az çok
toparlanarak Belgrat'a
çekilmeyi başardı.
Uğradığı bozgun
karşısına şaşkına dönen ve hem kendi sorumluluğunu
azaltmak, hem de
öfkesini çıkartmak için maiyetindeki birçok komutanın
kellesini
vurduran Kara Mustafa Paşa bu arada İstanbul'daki padişahın
gazabından da
kurtulamayacağını herhalde biliyordu. Viyana'nın arkasındaki
kaleleri almadan
kuşatmaya başlamaması konusunda kendisini uyaran Budin
Beylerbeyi Koca
İbrahim Paşa'yı da Viyana önlerindeki meydan savaşında ilk
önce bozulan
tarafa komuta ettiği ve kendisinden önce çekilmeye başladığı için
idam ettirmesi
de bir işe yaramayacaktı.
25 Aralık
1683'de İstanbul'dan gelen Kapıcılar Kethüdası Ahmed Ağa ve
Çavuşbaşı Mehmed
Ağa Belgrat'ta Sadrazamın huzuruna kabul edildiler. IV.
Mehmet'in bu
görevlilerinin neden geldiğini herkes gibi Kara Mustafa Paşa da
biliyordu. Yine
Osmanlı geleneklerine uygun bir şekilde son anma kadar Sadrazama saygıda hiçbir
kusur etmediler. Padişahın emanet ettiği Mühr-ü
Hümayunu,
Sancak-ı Şerifi ve Kabe'nin anahtarlarını teslim aldılar. Kara
Mustafa Paşa
seccadesini serip namazını kıldı ve ardından boğularak idam
edildi. Kellesi
kesilerek verilen görevin yerine getirildiğinin kanıtı olarak
Topkapı Sarayına
gönderildi.
17. Yüzyılın
sonlarında Osmanlı İmparatorluğu artık eski gücünde değildi. Batı
Avrupa karşısındaki
üstünlüğünü kaybedeli epey olmuştu. Ama yine de
Viyana'nın belki
bir süre için Osmanlıların eline geçmesini engelleyen şey Kara
Mustafa Paşa'nın
olağanüstü kibiri ve açgözlülüğü olmuştu.
Boşuna dememişler;
"Az tamah, çok zarar getirir!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder