Uygur Kağanlığı Gök-Türk devleti’nin
sahip olduğu mirasın üzerine kurulduğu için bu devletin, yani bozkır kültürünün
geleneğini sürdürüyordu. Ancak, zamanla Çinlilerle fazla yakınlaşma ve
Maniheizm’in girmesi hayat tarzını eskisine göre değiştirmelerine sebep oldu.
Soğdluların devlet mekanizmasında yer alıp etkili olmalarının da bunda rolü
vardı. Uygur Devleti Dokuz Oğuz boyları üzerinde yükselmişti; halk unsurunun
esası onlardı. Zaten, diğer kalabalık Karluk ve Türgiş gibi boylar Orta Asya’nın
batısında Sır Derya, Çu, Talas ve İli gibi ırmakların havzalarında yoğunlaşmışlardı.
Nitekim Dokuz Oğuz tabiri Çin kaynaklarında doğudaki Töles boylarına verilen
addır ve ilk defa 627 yılında kullanılmıştır. Bunun yanında Uygurlar kendi içlerinde
on kabileden oluşuyordu. İlk hanedanın adı Yaglakar kabilesinden geliyordu ve
795’e kadar bu durum devam etti.
Uygur Kağanlığı’nın sınırları doğuda
Moğol kökenli Shih-weilere kadar uzanıyordu. Diğer taraftan batıda Altaylar, Çin’de
Kansu-Ordos’a kadar olan bölge, Gobi çölünün güneyi ve Beşbalık-Turfan havzası
sınır sayılabilirdi. Ancak bu yöndeki sınır Tibetlilerin baskıları yüzünden
bazen elden çıkıyordu. Beşbalık’taki Kağan Fu-t’u kalesi bir ara Karlukların
eline geçmişti.
İkinci hanedandan itibaren unvanların
değişmesi ay ve kün gibi tabirler Maniheizm’in etkisini açıkça göstermektedir.
Bunun yanında 795’ten sonra Beşbalık, Koço, Kuca, Aksu, Karaşar ve Kaşgar gibi şehir
devletçikleri üzerinde Uygur nüfuzunun artmasında Maniheizm’in katkısı görülmektedir.
Karabalgasun, devletin merkeziydi ve
devlet meclisi burada toplanırdı. Gök- Türklerin kullandığı bütün unvanlar
Uygurlar tarafından da kullanılıyordu. Ama bazı unvanların karşılıkları değişmişti.
Mesela, Çince kökenli olan Tutuk unvanı “askerî vali” yerine “boy reisi”
anlamına geliyordu. Onların sayıları 11 olup siyasi görevlerinin yanında devlet
için vergi toplamaktaydılar. 779’da bir ihtilal yapan Tun Baga Tarkan,
verdikleri zarardan dolayı Maniheistleri devletten uzak tutmuştur. On üç hükümdarın
yedisinin hanımı Çinli idi.
On üç kağandan yedisinin unvanında şu
terimlerden biri bulunmaktadır: Tengride, Ay Tengride, Kün Tengride. Bu, hâkimiyetin
gökten, güneşten veya aydan geldiğine inanıldığını göstermektedir. Aslında bir
bakıma Uygur kağanlarının söz konusu unvanlarla hükümdarlıklarının sadece
Uygurlarla sınırlı olmayıp, bütün dünyanın hükümdarı olduğu düşüncesinin olduğu
sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Her ne kadar Çin imparatorları Uygur
kağanlarının kendileri tarafından tayin edildiğini iddia etseler de, aslında
Uygur kağanları onlara karşı daima hâkimane bir tavır takınmıştır. 762’de asi
Shih Chao-i’ye karşı T’ang hanedanına yardım için Çin’e giden Bögü Kağan, Çin
veliahdının kendi önünde dans etmesini istemiş, buna karşı çıkan Çinli memurlar
dövülerek öldürülmüşlerdi. Uygurlarda ilginç bir nokta da yönetme becerisi gösteremeyen
basiretsiz hükümdarların sık sık tahttan indirilerek katledilmeleridir.
821 yılında Ordu Balık’ı ziyaret eden
Arap seyyahı Tamim îbn Bahr’ın bildirdiğine göre Maniheizm şehirli halkın bağlı
olduğu iki dinden (diğeri Gök Tanrı inancı) biri idi. Bu da gösteriyor ki, bütün
propagandalara rağmen Mani dini Uygurlar arasında tam olarak yaygınlaşmamıştı.
Uygurlarda toplumsal yapı hızlı bir
değişim göstermiş, özellikle ekonomide ve düşünce tarzında şehirleşmeye doğru
atılımlar yapılmıştır. Henüz devletin kuruluş aşamasında, 744’te Çin kaynaklarında
Uygurlar hakkında “sulak ve otlakları bulmak için gezerler, atçılık ve okçulukta
ustadırlar” gibi kayıtlar vardır. Aslında daha sonraki dönemlerde de, Uygurların
büyük bir kısmı göçebe olarak kalmaya devam etmiştir. At, sığır, koyun ve deve
yetiştirmek onların iktisadi temelini oluşturmaktaydı. Bozkır hayat şartları
gereği, en değerli hayvanlar koyun ve at olarak göze çarpmaktadır. Atların özellikle
Çin ile yapılan ticarette ön plana çıktığı görülmektedir.
An Lu-shan’ın oğluna karşı 757’de çıkılan
seferde 4 bin kişilik Uygur ordusuna günlük 20 sığır, 200 koyun ve 2900 kg. tahıl
verilmesi etin ne kadar çok tüketildiğini göstermektedir. Hayvancılığın yanında,
Maniheizm öncesinde bile Uygurlar arasında tarımın var olduğu bilinmektedir.
Maniheizm’in tesiriyle tarım daha da yaygınlaşmıştır. Mani din adamları soğan
benzeri şeyleri yiyorlardı. 821 yılına gelindiğinde her ne kadar ziraat yaygmlaşsa
da otlakların önemi hâlâ devam ediyordu. Karabalgasun büyük bir şehir olup
ziraat yaygın bir şekilde yapılmakta idi. Arkeologların araştırmalarına göre
Uygurlar değirmen taşları ve harman tokmakları kullanılıyor, hatta sulama yapıyorlardı.
Bazı Uygur mezarlarında ölü ile birlikte gömülen darı gibi tahıl kalıntılarına
rastlanmıştır.
Ziraatın gelişmesine paralel olarak, şehircilik
de gelişmişti. Kağanın emriyle iki şehir inşa edilmiştir. Bunlardan biri Baybalık
olup kağanın 757 yılında kurulmaya başlanmıştı. Diğeri ise Karabalgasun idi. İçinde
kağanın sarayı olan Karabalgasun’un etrafı surlarla çevriliydi ve 12 büyük
demir kapısı vardı. Nüfusu kalabalık olup çarşıları ve esnafı mevcuttu. Bunun
yanında şehre hâkim bir mevkide, çok uzaklardan görülebilen altından bir çadır
olduğu, bunun sarayın düz damının üzerinde bulunduğu ve içine yüz kişinin sığdığı
kaydedilmiştir. Büyük Uygur Kağanlığı devrinden başlayarak, Beşbalık ve Koço
gibi şehirlerin etrafında Uygur nüfusu toplanmıştı. Beşbalık Uygurları döneminde
şehir kültürü buralarda epeyce gelişmiştir. Ticareti de öğrenen Uygurlar, lüks
eşyalara ihtiyaç duymaya başladılar. Çinlilerle At- ipek ticareti hiç görülmediği
kadar artmıştı. Uygurlar elde ettikleri ipeğin fazlasını ya başka ülkelere ihraç
ediyorlar ya da para birimi olarak kullanıyorlardı.
T’ang hanedanını temelinden sarsan An
Lu-shan isyanı bertaraf edilince bazı Uygurlar Çin’de kalmışlardı. Onlar orada
zenginleştiler ve bankerlik yapmaya başladılar. Zamanla bu durum öylesine gelişti
ki, bunlar IX. yüzyılın sonlarına doğru Çin’in hemen bütün maliyesini kontrol
edecek duruma gelmişlerdi.
Uygurlar deve ve ata dayalı basit bir
ulaşım sistemi kurmuşlardı. Çok kalabalık gruplar halinde yola çıkıldığında
atların, develerin ve arabaların beraber olduğu kervanlar kullanılırdı. 820
senesinde binlerce Uygur ve Çinlinin bulunduğu kafile Ch’ang-an’dan Uygur başkentine
doğru yola çıkmıştır.
Her ne kadar şehirleşme olsa da çadır
önemli bir barınak yeri olarak varlığını devam ettirmiştir. “Zenginlerin iki
veya daha fazla çadırı olurdu” şeklinde kayıtlar bulunmaktadır.
Eserini IX. yüzyıl ortalarında yazmış
olan el-Câhiz’e göre, Uygurlar Mani dinini kabul ettikten sonra Karluklara
yenilmeye başlamışlardı. Yeni kabul edilen din Uygur kağanlarının savaş
isteklerini köreltmiş olmalıydı. Uygurlar arasında bozkır ve şehirli olmak üzere
iki farklı hayatın ortaya çıkması devletin temelini sarsan başka bir sebepti.
Devletin başkent dışında otoritesi zayıflamış, boy reislerine serbest hareket
etmek için fırsat doğmuştu. Lüks ve gevşek hayat askerî mücadelelere karşı
devlet adamlarının gücünü bitirirken, vezirler iktidarı ele geçirmek için fırsat
kolluyorlardı.
Ordu geleneklere uygun olarak kağanlarının
emrindeyse de, merkezî otoritedeki gevşeme sonucunda “Tutuklar” ön plana çıkıyorlar,
zayıf kağanlara sadakatle bağlı olmuyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder