site içi arama

2 Nisan 2016 Cumartesi

UYGUR DEVRİNİN GENEL KARAKTERİ


Uygur Kağanlığı Gök-Türk devleti’nin sahip olduğu mirasın üzerine kurulduğu için bu devletin, yani bozkır kültürünün geleneğini sürdürüyordu. Ancak, zamanla Çinlilerle fazla yakınlaşma ve Maniheizm’in girmesi hayat tarzını eskisine göre değiştirmelerine sebep oldu. Soğdluların devlet mekanizmasında yer alıp etkili olmalarının da bunda rolü vardı. Uygur Devleti Dokuz Oğuz boyları üzerinde yükselmişti; halk unsurunun esası onlardı. Zaten, diğer kalabalık Karluk ve Türgiş gibi boylar Orta Asya’nın batısında Sır Derya, Çu, Talas ve İli gibi ırmakların havzalarında yoğunlaşmışlardı. Nitekim Dokuz Oğuz tabiri Çin kaynaklarında doğudaki Töles boylarına verilen addır ve ilk defa 627 yılında kullanılmıştır. Bunun yanında Uygurlar kendi içlerinde on kabileden oluşuyordu. İlk hanedanın adı Yaglakar kabilesinden geliyordu ve 795’e kadar bu durum devam etti.
Uygur Kağanlığı’nın sınırları doğuda Moğol kökenli Shih-weilere kadar uzanıyordu. Diğer taraftan batıda Altaylar, Çin’de Kansu-Ordos’a kadar olan bölge, Gobi çölünün güneyi ve Beşbalık-Turfan havzası sınır sayılabilirdi. Ancak bu yöndeki sınır Tibetlilerin baskıları yüzünden bazen elden çıkıyordu. Beşbalık’taki Kağan Fu-t’u kalesi bir ara Karlukların eline geçmişti.

İkinci hanedandan itibaren unvanların değişmesi ay ve kün gibi tabirler Maniheizm’in etkisini açıkça göstermektedir. Bunun yanında 795’ten sonra Beşbalık, Koço, Kuca, Aksu, Karaşar ve Kaşgar gibi şehir devletçikleri üzerinde Uygur nüfuzunun artmasında Maniheizm’in katkısı görülmektedir.
Karabalgasun, devletin merkeziydi ve devlet meclisi burada toplanırdı. Gök- Türklerin kullandığı bütün unvanlar Uygurlar tarafından da kullanılıyordu. Ama bazı unvanların karşılıkları değişmişti. Mesela, Çince kökenli olan Tutuk unvanı “askerî vali” yerine “boy reisi” anlamına geliyordu. Onların sayıları 11 olup siyasi görevlerinin yanında devlet için vergi toplamaktaydılar. 779’da bir ihtilal yapan Tun Baga Tarkan, verdikleri zarardan dolayı Maniheistleri devletten uzak tutmuştur. On üç hükümdarın yedisinin hanımı Çinli idi.
On üç kağandan yedisinin unvanında şu terimlerden biri bulunmaktadır: Tengride, Ay Tengride, Kün Tengride. Bu, hâkimiyetin gökten, güneşten veya aydan geldiğine inanıldığını göstermektedir. Aslında bir bakıma Uygur kağanlarının söz konusu unvanlarla hükümdarlıklarının sadece Uygurlarla sınırlı olmayıp, bütün dünyanın hükümdarı olduğu düşüncesinin olduğu sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Her ne kadar Çin imparatorları Uygur kağanlarının kendileri tarafından tayin edildiğini iddia etseler de, aslında Uygur kağanları onlara karşı daima hâkimane bir tavır takınmıştır. 762’de asi Shih Chao-i’ye karşı T’ang hanedanına yardım için Çin’e giden Bögü Kağan, Çin veliahdının kendi önünde dans etmesini istemiş, buna karşı çıkan Çinli memurlar dövülerek öldürülmüşlerdi. Uygurlarda ilginç bir nokta da yönetme becerisi gösteremeyen basiretsiz hükümdarların sık sık tahttan indirilerek katledilmeleridir.
821 yılında Ordu Balık’ı ziyaret eden Arap seyyahı Tamim îbn Bahr’ın bildirdiğine göre Maniheizm şehirli halkın bağlı olduğu iki dinden (diğeri Gök Tanrı inancı) biri idi. Bu da gösteriyor ki, bütün propagandalara rağmen Mani dini Uygurlar arasında tam olarak yaygınlaşmamıştı.
Uygurlarda toplumsal yapı hızlı bir değişim göstermiş, özellikle ekonomide ve düşünce tarzında şehirleşmeye doğru atılımlar yapılmıştır. Henüz devletin kuruluş aşamasında, 744’te Çin kaynaklarında Uygurlar hakkında “sulak ve otlakları bulmak için gezerler, atçılık ve okçulukta ustadırlar” gibi kayıtlar vardır. Aslında daha sonraki dönemlerde de, Uygurların büyük bir kısmı göçebe olarak kalmaya devam etmiştir. At, sığır, koyun ve deve yetiştirmek onların iktisadi temelini oluşturmaktaydı. Bozkır hayat şartları gereği, en değerli hayvanlar koyun ve at olarak göze çarpmaktadır. Atların özellikle Çin ile yapılan ticarette ön plana çıktığı görülmektedir.
An Lu-shan’ın oğluna karşı 757’de çıkılan seferde 4 bin kişilik Uygur ordusuna günlük 20 sığır, 200 koyun ve 2900 kg. tahıl verilmesi etin ne kadar çok tüketildiğini göstermektedir. Hayvancılığın yanında, Maniheizm öncesinde bile Uygurlar arasında tarımın var olduğu bilinmektedir. Maniheizm’in tesiriyle tarım daha da yaygınlaşmıştır. Mani din adamları soğan benzeri şeyleri yiyorlardı. 821 yılına gelindiğinde her ne kadar ziraat yaygmlaşsa da otlakların önemi hâlâ devam ediyordu. Karabalgasun büyük bir şehir olup ziraat yaygın bir şekilde yapılmakta idi. Arkeologların araştırmalarına göre Uygurlar değirmen taşları ve harman tokmakları kullanılıyor, hatta sulama yapıyorlardı. Bazı Uygur mezarlarında ölü ile birlikte gömülen darı gibi tahıl kalıntılarına rastlanmıştır.
Ziraatın gelişmesine paralel olarak, şehircilik de gelişmişti. Kağanın emriyle iki şehir inşa edilmiştir. Bunlardan biri Baybalık olup kağanın 757 yılında kurulmaya başlanmıştı. Diğeri ise Karabalgasun idi. İçinde kağanın sarayı olan Karabalgasun’un etrafı surlarla çevriliydi ve 12 büyük demir kapısı vardı. Nüfusu kalabalık olup çarşıları ve esnafı mevcuttu. Bunun yanında şehre hâkim bir mevkide, çok uzaklardan görülebilen altından bir çadır olduğu, bunun sarayın düz damının üzerinde bulunduğu ve içine yüz kişinin sığdığı kaydedilmiştir. Büyük Uygur Kağanlığı devrinden başlayarak, Beşbalık ve Koço gibi şehirlerin etrafında Uygur nüfusu toplanmıştı. Beşbalık Uygurları döneminde şehir kültürü buralarda epeyce gelişmiştir. Ticareti de öğrenen Uygurlar, lüks eşyalara ihtiyaç duymaya başladılar. Çinlilerle At- ipek ticareti hiç görülmediği kadar artmıştı. Uygurlar elde ettikleri ipeğin fazlasını ya başka ülkelere ihraç ediyorlar ya da para birimi olarak kullanıyorlardı.
T’ang hanedanını temelinden sarsan An Lu-shan isyanı bertaraf edilince bazı Uygurlar Çin’de kalmışlardı. Onlar orada zenginleştiler ve bankerlik yapmaya başladılar. Zamanla bu durum öylesine gelişti ki, bunlar IX. yüzyılın sonlarına doğru Çin’in hemen bütün maliyesini kontrol edecek duruma gelmişlerdi.
Uygurlar deve ve ata dayalı basit bir ulaşım sistemi kurmuşlardı. Çok kalabalık gruplar halinde yola çıkıldığında atların, develerin ve arabaların beraber olduğu kervanlar kullanılırdı. 820 senesinde binlerce Uygur ve Çinlinin bulunduğu kafile Ch’ang-an’dan Uygur başkentine doğru yola çıkmıştır.
Her ne kadar şehirleşme olsa da çadır önemli bir barınak yeri olarak varlığını devam ettirmiştir. “Zenginlerin iki veya daha fazla çadırı olurdu” şeklinde kayıtlar bulunmaktadır.
Eserini IX. yüzyıl ortalarında yazmış olan el-Câhiz’e göre, Uygurlar Mani dinini kabul ettikten sonra Karluklara yenilmeye başlamışlardı. Yeni kabul edilen din Uygur kağanlarının savaş isteklerini köreltmiş olmalıydı. Uygurlar arasında bozkır ve şehirli olmak üzere iki farklı hayatın ortaya çıkması devletin temelini sarsan başka bir sebepti. Devletin başkent dışında otoritesi zayıflamış, boy reislerine serbest hareket etmek için fırsat doğmuştu. Lüks ve gevşek hayat askerî mücadelelere karşı devlet adamlarının gücünü bitirirken, vezirler iktidarı ele geçirmek için fırsat kolluyorlardı.

Ordu geleneklere uygun olarak kağanlarının emrindeyse de, merkezî otoritedeki gevşeme sonucunda “Tutuklar” ön plana çıkıyorlar, zayıf kağanlara sadakatle bağlı olmuyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder