site içi arama

8 Nisan 2016 Cuma

TÜRKİYE VE ORTA ASYA

Uzun yıllar Çarlık ve Sovyet egemenliğinde yaşayan Türkistanlıların benliklerinde oluşan farklılığı anlamak için, onların bu süre içinde muhatap oldukları tesirleri iyi bilmek gerekir. Türkiye ve Orta Asya Türklerinin tarih ve dil ortaklıklarının yanında, zaman içinde oluşan kültür farklılıklarını da doğru algılamak icap eder. Dolayısıyla, bu ünitede Türkistan’ın etnik yapılanması, lisanî durumu ve tarihî gelişimi ana hatlarıyla ele alınacak, Sovyet döneminin etkileri incelenecektir.

Orta Asya’nın algılanmasındaki temel sorun, bu konudaki duygusal yaklaşımlardır. 1991 öncesinde Orta Asya’nın Türk insanına kapalı olması sebebiyle bu konudaki bilgilerin çoğu gerçeği yansıtmıyordu. Türk araştırmacıların eski Sovyetler Birliği’nde yazılan eserlere ulaşması imkânsız gibiydi. Herşeyden önce dil engeli vardı; eserlerin çoğu Rusça ve yerel dillerde yazılmışlardı. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye’ye gelen iyi yetişmiş Rusyalı Türk aydınlar ve bilim adamları nesli (Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Zeki Velidi Togan, Akdes Nimet Kurat) bu dünyadan göçtükten sonra Türkistan hakkındaki bilgilerimiz gerilemeye ve giderek bir efsane halini almaya başladı.

Sovyetler dağıldıktan ve Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra onların bağımsızlığını tanıyan ilk devlet Türkiye oldu. Cumhuriyetler bu önemli girişimi unutmadılar. Türkiye’nin bu cesur davranışında uzun yıllardan beri Orta Asya halkına duyulan sevgi ve özlemin rolü büyüktü. Maalesef, daha sonraki girişimlere de bu duygusal yaklaşım damgasını vurdu. Onların kültürel alt yapısını ve mevcut durumunu anlamadan atılan adımlar yüzünden girişimler kalıcı olamamaktadır.

Orta Asya halklarının 75 yıl boyunca güç kullanılarak tâbi tutuldukları asimilasyonu görmezden gelemeyiz; Sovyet döneminin ayrıştırıcı siyaseti onlar üzerinde etkili olmuştur. Sovyetleştirme sırasında Türkiye özellikle olumsuz tanıtılmaktaydı. O günleri yaşayan Özbek, Kazak, Kırgız ve Türkmenler bunun canlı tanıklarıdır. Türkiye’ye karşı en ufak bir ilgi ve sempati bile “Pan-Türkist” damgası yemelerine sebep olabiliyordu.

Şurasını kabul etmek gerekir ki, Çarlık Rusya’sı ve Sovyet dönemlerinde Türkistanlılar Ruslarla bazı ortak alışkanlıklar edindiler; bilim dili olarak Rusçayı tanıdılar ve ilmi eserlerini bu dille yazdılar. Rusların eğlence ve merasimlerini bir dereceye kadar benimsediler; onlarla aralarında belli bir kültür ortaklığı peyda oldu. Sovyetleştirme politikalarının etkisiyle, her bir boy farklı milliyet bilinci ve edebi dil geliştirdi. Özbek, Kazak, Türkmen ve Kırgız adlarını milli kimlik olarak benimsediler. “Türk” kelimesi onlar için Türkiye Türklerini ifade etmektedir. Bununla beraber Türkiye Türkleriyle olan soy akrabalığının da bilincindedirler. Diğer yandan, Türkiye Türkleri de değişti. Avrupa kültürüyle olan yakınlaşma, dil ve kültür alanlarında gerçekleştirilen reformlar sonucunda Türk toplumu XX. yüzyılın başına göre oldukça farklı bir noktadadır.

Bütün bunlar Türkiye ve Orta Asya Türkleri arasında çok eskiye dayanan kültürel ortaklıkların kaybolduğu anlamına gelmez. Bunun en basit kanıtı, Orta Asya’dan Türkiye’ye gelen öğrencilerin kısa bir sürede aksansız bir şekilde Türkçe konuşuyor olmalarıdır; onların çoğunu Türk öğrencilerden ayırt etmek zordur. Türkiye’den Orta Asya’ya giden Türkler de çok kısa denebilecek bir süre içinde yerel dile uyum sağlamaktadırlar. Halbuki o ülkelerde yıllarca yaşamış olan Ruslar ve diğer halklar, yerel dilleri konuşamamaktadırlar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder