13. yüzyılda
Harzem İmparatorluğu dünyanın en zengin ülkesiydi. Bugünkü
İran, Pakistan,
Afganistan ve Orta Asya'nın büyük bir bölümü bu
imparatorluğun sınırları
içindeydi. Şah Alaaddin Muhammed bu büyüklüğün
çeşitli sorunları
da beraberinde getireceğini biliyordu.
İpek Yolu önemli
bir gelir kaynağıydı. Çin, Hindistan, Ortadoğu, Doğu Rusya ve
hatta Batı
Avrupa'dan tüccarlar ticaret merkezleri olan Merv, Buhara ve
Semerkand'da bir
araya geliyordu. Semerkand'ın nüfusunun yarım milyondan
daha fazla olduğu
söyleniyordu ki, o zamanlar Paris ve Londra'nın nüfusları taş
çatlasa otuz-kırk
bindi. Dünyanın bu uzak köşesinde geniş zevk bahçeleri vardı.
Egzotik meyve ağaçları,
şırıl şırıl akan çeşmeler eşliğinde dünyanın dört bir
yanından gelen
asiller hayatın tadını çıkarıyordu.
Aynı zamanda
entelektüel bir merkezdi bu imparatorluk. Her büyük şehirde
üniversiteler,
kütüphaneler olması Şahın imparatorluğunu İslam dünyasının
sanat, şiir ve
bilgi merkezi haline getirmişti. Aynı zamanda bolluk İçinde olması
da buna etkendi.
Bir dizi başarılı savaş sonucunda imparatorluk her yönde
genişlemiş ve
Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkeler Haçlı Seferlerine bile ancak
elli bin kişilik
bir ordu gönderebilirken, Harzem İmparatorluğunun tümü zırhlı
ve tam donanımlı
beş yüz bin askeri vardı. Hiçbir devlet Harzem
İmparatorluğu'nu
kızdırmaya cesaret edemiyordu.
Ancak Şah kötü
haberler almıştı. Pek ciddi bir şey değildi ama can sıkıcıydı.
Sinek küçüktür
ama mide bulandırır. Üç bin kilometre kadar doğuda yeni bir güç
doğuyordu. Ne
oldukları belli olmayan, çadırlarda yaşayan, göçmen bir krallık.
1206 yılında bu
barbarlar, adı Kralların Kralı ya da Savaşın Kusursuz
İmparatoru anlamına
gelen Cengiz Han'ın yönetimi altında toplandı. Cengiz Han
Çin Seddi'nin
ardına geçmeyi başarmış ve kuzeydeki Çin şehirlerini ele
geçirmişti.
Bir Tatar
hükümdarı olan Kuşluk, Harzem İmparatorluğu'na komşu olan
Karakitai'de
(bugünkü batı Çin) bu yeni kağana karşı isyan etme cesaretini
gösterdi. Bütün
büyük hükümdarların yapacağı gibi Harzem Şahı da bu isyana
gizliden gizliye
destek verdi. Böylece barbar devletini parçalayabileceği. Eğer bu
Kuşluk denen
adam fazla güçlenirse desteğini Cengiz Han'dan yana çeviriverirdi.
Ama Cengiz Han
sadece yirmi bin adamdan oluşan iki tümen asker
gönderdiğinde
yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna anlamalıydı. Bu adamlar
Cengiz'in en iyi
komutanlarından Çepe'nin kumandasındaydı. Çepe dağlardaki
isyanı bastırmakla
görevliydi ve altı yıl süren bir çarpışma sonucunda isyanı
bastırdı.
Cengiz'in
askerleri ilerlemiş ve imparatorluğun doğu sınırının çok küçük bir
bölgesini kontrol
altına almışlardı. Bu işgal için mantıklı bir rota değildi çünkü o tarafta
Pamir Dağları vardı. Bu dağların yüksekliği zaman zaman yedi bin
metreye kadar çıkıyordu.
Ticaret her
zamanki gibi devam etti. Dünyanın her yanından kervanlar geliyor,
vergilerini
ödüyorlar ve şehirlerdeki öteki tüccarlarla alışveriş yapıyorlardı. Bu
yeni hükümdarın
elçileri zaman zaman Şaha gelir, dostluk belirtisi olarak ufak
tefek hediyeler
verirdi. Karşılığında da aynı şekilde hediyeler giderdi. Ama
rahatsız edici
bir şeyler olmaya başlamıştı.
Barbar Moğollar
da kervanlarla gelmeye başlamıştı. Kendilerine tüccar
diyorlardı ancak
sadece Çin'den bozulmuş artık şeyler getiriyorlardı. Şahın
ajanları durumun
farkındaydı ve hiç hoşlarına gitmiyordu. Bu tüccarların
aslında ajanlar
olduğu ve surların ne kadar güçlü olduğuyla ilgili notlar
aldıkları,
askerlerin nerelerde durdukları ve surların üzerinde ne kadar
mancınık yer aldığı
gibi bilgileri ele geçirdikleri ortaya çıktı.
Aynı zamanda
Cengiz Han'ın ordularının ne kadar güçlü olduğu dedikodusunu
halk arasında
yayıyorlar ve Harzem İmparatorluğu halkını korkutuyorlardı.
Tarih boyunca bu
taktik hep kullanılmıştır. Rapor hazırlamaya gelen tüccarlar,
rakibin savunma
hattını öğrenip bilgileri hemen geri ulaştıran diplomatlar ve
ailelerin
resimlerini köprünün, savunma birliklerinin Önünde çeken turistler. Bu
işin türlü türlü
yolları vardır. Bu üçüncü sınıf barbarların gönderdikleri ajanlar
yakalanıp,
mallarına el kondu ve apar topar dışarı atıldı. Barbarlar için iyi bir
uyarı yapılmıştı.
Aylar geçti ve Şah
seçeneklerinin neler olduğuna baktı. Moğollar binlerce
kilometre
uzaktaydı ve Çin ile olan savaşlarına dalmıştı. Casusların
gönderilmesine
tepki gösterecek olsalar bile ordularını Sibirya'nın geniş
bozkırlarından
geçirip ulaşmaları en az altı ay alırdı. Harzem İmparatorluğu'nun
sınırına
geldiklerinde ise karşılarında beş yüz bin Harzem askerini bulacaklardı.
Öylece mide
bulandıran sinek öldürülmüş, Şahın ünü dünyaya bir kez daha
yayılmış olacaktı.
Cengiz Han'ın
elçileri Şaha ulaştı. Dilleri ve tarzları İslam dünyasının elçilerinin
dilleri kadar
kibar değildi, ancak anlaşılmıştı ki durum Cengiz'in pek hoşuna
gitmemişti.
Cengiz, iyi niyetle Harzem İmparatorluğunun tüccarlarının kendi
ülkesinde
ticaret yapmasına izin verirken, kendi ülkesinin tüccarları Harzem
şehirlerinde
soyulup dışarı atılıyordu. Özür dilenmeli, tüccarların zararları
karşılanmalı ve
Moğol kervanına kötü davranan sorumlular cezalandırılmalıydı.
Bir ders
vermenin tam zamanıydı ve Şah Muhammed'in bu dersi vermek için
harika bir fikri
vardı. Elçi olarak gelen Moğolların sakalları Şah ve
yanındakilerin
huzurunda yakıldı. Sakallar yanarken bayağı nahoş bir
görüntünün ve
aynı zamanda kokunun oluştuğu kesindir. Bazı kaynaklara göre
ise sakalı yakıldıktan
sonra Moğol elçisi öyle özensiz tıraş edilmiş ki az daha
kafası kopuyormuş.
Her neyse,
insan, acaba Şah neden böyle yaptı, demekten alamıyor kendisini.
Casusları, Moğolların
"modern" bir ordu tarafından kolaylıkla durdurulabilecek
sıradan
barbarlar olduğundan emin miydi acaba? Acaba kazanacağından emin
olduğu bir savaş
mı başlatmaya çalışıyordu? Tarihte resmi bir bildirim
yapılmadan savaşa
girişildiği olmuştur. Şahın uyguladığı taktik ise Cengiz'i öfkelendirecek kadar
aşağılayıcıydı. Yoksa Şah sadece eğlenmek mi istemişti?
Elçiler acı ve aşağılanma
içinde çığlık atarken Şah ve beraberindekiler katıla
katıla gülmüştü.
Ardından da elçiler kapı dışarı edilmişlerdi.
Sonra fırtına başladı...
Sen hem Moğol elçilerinin sakallarını yak, hem de bunun
cezasız kalacağını
düşün. Moğol geleneklerine göre taraflardan birinin öleceğinin
bildirilmesiyle
savaş başlar. Ölen tarafın kim olacağı ise bilinmez.
Yüz binden biraz
daha fazla askerle Cengiz Han 1219'da Harzem
İmparatorluğu'nun
kalbine doğru büyük bir hızla ilerledi. Birkaç ay içinde şahın
ordusu
yenilmekle kalmadı, resmen telef edildi. Sonraki yıl, o muhteşem şehir
Semerkand düştü,
tüm nüfus kılıçtan geçirildi. Şaha Moğolların kendisi için bir
"av
partisi" düzenlediği haberi geldi. İki tümen uzman asker Şahı öldürüp
Cengiz'e kafasını
getirmek için harekete geçmişti.
Panik halindeki Şah
kaçtı. Peşinde de Moğol generali Subutay yönetiminde yirmi
bin asker vardı.
Takip üç bin kilometre kadar sürdü. Sonunda Hazar Denizi'nde
bir adaya kaçtı
ve korkudan saçı sakalı beyazlamış şekilde öldüğü söylendi. Bazı
tarihçiler
Harzem İmparatorluğunu yıkan savaşın tarihin en ağır savaşı
olduğunu söyler.
Tüm nüfusun yüzde 75'i kılıçtan geçirilmiş, bütün şehirler
dümdüz edilmişti.
Sonuçta İslam'ın akademik kalbi artık atmayacaktı.
Cengiz, giriştiği
savaşta şahın ordularının peşinden koşarken Hint Okyanusu
kıyılarına kadar
ulaştı. Subutay batıdaki ve kuzeydeki bilinmeyen ülkelere keşfe
çıkmak için izin
istedi. 1233 yılında geri çağrılana kadar Kafkasları geçecek,
Rusya'nın
verimli kara topraklarına ulaşacak ve en sonunda Dinyeper nehrinde
duracaktı. Sahne
elli yıl sonra Moğolların Rusya ve Doğu Avrupa'yı ele geçirmeye
çalışmaları için
uygun duruma getirilmişti.
Şah, birkaç
sakal yakmanın cezasını tüm bir kıtanın yakılıp yıkılmasıyla ödedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder