site içi arama

7 Nisan 2016 Perşembe

Tatar Uyanışı

Müslüman halklar iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri Batı medeniyetinin yükselişi karşısında kendini yeniden tanımlama ve yapılandırma süreci içindedir. Ba- tı’ya coğrafi bakımdan yakın olan ve kültürel açıdan daha fazla temas halinde olan Kazan Tatarları bu anlamda ilginç bir deneyim yaşamışlar ve diğer İslam toplum- larındaki tepkilere benzeyen, fakat onlarınkiyle tam da örtüşmeyen bir mücadele (veya baş etme) tarzı geliştirmişlerdir. Kazan ve çevresinde dinî alanda başlayan bu uyanış, daha sonra seküler bir boyut kazanarak eğitim reformu hareketi (Cedit- çilik) olarak devam etmiş, XX. yüzyılın başında ise siyasi ve milli faaliyetler şeklinde geniş bir harekete dönüşmüştür. Kafkasya’da, Kazakistan’da ve Türkistan Han- lıkları’nda da benzer gelişmeler ortaya çıkmıştır.

“Tatar uyanışı” olarak da bilinen reform hareketi Idil-Ural bölgesinin en büyük şehri olan Kazan’da başlamış ve çok geçmeden Rusya’da yaşayan diğer Türk kökenli toplulukları da etkisi altına almıştır. Bu uyanışın niçin öncelikle Tatarlar arasında ortaya çıktığını anlamak için onların yaşadığı tarihî koşullara bakmak gerekir. Rus hâkimiyetine girmeden önce, Idil (Volga) nehri boyunda yaşayan bu halk, gelişmiş bir medeniyet seviyesine sahipti ve daha önce Idil Bulgarları adıyla tanınıyordu. Türk halkları arasında çok önce yerleşik hayata geçen ve geçimlerini daha ziyade ticaret yoluyla sağlayan İdil Bulgarlarının, Ruslarla, Hazarlarla ve Ha- rezm’deki Müslüman topluluklarla ilişkileri vardı. X. yüzyılın başında İslam’ı benimseyen İdil Bulgarları, XIII. yüzyılın ilk yarısında Moğol istilasına maruz kaldılar.

Moğol istilasının ilk zamanlarındaki tahripkâr etkisi geçtikten sonra; zamanla Bulgarlarla Kıpçak unsurlar arasında bir kaynaşma hâsıl oldu. Altın Orda Devle- ti’nin asıl kitlesini oluşturan bu halk, “Tatarlar” olarak tanındı. 240 yıl devam eden Altın Orda hâkimiyeti, Rus tarihçileri tarafından “Tatar boyunduruğu” olarak nitelendi. Altın Orda’nın yıkılmaya yüz tutmasıyla ortaya çıkan Kazan Hanlığı, İdil Bo- yu’ndaki “Tatar” hâkimiyetini XVI. asır ortasına kadar devam ettirdi.

1552’de Kazan Hanlığı’nın Rus hâkimiyetine düşmesi, Tatarların kaderini farklı bir şekilde etkiledi. Onlar, Endülüs Müslümanlarından sonra Hıristiyan bir topluluğun istilasına maruz kalan ilk Müslüman topluluktu. Kazan’ın düşüşü, Astrahan, Si- bir, Kırım, Kafkasya, Kazak toprakları ve Türkistan’a kadar uzanacak olan Rus yayılmasının yolunu açtı. Bundan sonra Rusya Hazar Denizi’ne indi ve Osmanlı Devleti’yle sınırdaş oldu. Rus istilasının ilk iki yüz yılında Tatarlar yoğun bir baskıya ve Hıristiyanlaştırmaya maruz kaldılar. Hıristiyan olanlar vergiden muaf tutulurken, Müslüman kalanların vergileri katlandı, camileri yıkıldı. Bu baskılar sonucunda yerli halkın önemli bir kısmı şehirlerden çekilerek daha ücra ve uzak yerlere gittiler. Bütün bu baskı ve zorlamalar istenen sonucu vermedi; Tatarlardan çok azı Hıristiyanlığı benimsedi; büyük kitle kendi içine kapandı ve uzun yıllar gözden uzak ve Ruslardan ayrı bir şekilde yaşadılar. Kimliklerini korumak için İslam’a daha sıkı sarıldılar ve muhafazakâr bir topluluk haline dönüştüler.

II. Katerina (1762-1796) döneminde baskı siyaseti terk edildi ve Kazan Tatarlarına karşı yumuşama siyaseti takip edilmeye başlandı. Katerina, Tatarların cami yapmalarına ilişkin kısıtlamaları kaldırdı, hatta Kazan’da büyükçe bir cami (Taş Mescit) yapılmasına izin verdi. Yine onun emriyle Ufa’da Müslüman Dinî İdaresi (Müftülük) kuruldu (1789). Bir müftü (şeyhülislam) ve üç kadıdan oluşan bu idare, din adamlarını tayin etme ve Müslümanların evlenme, boşanma ve miras gibi işleriyle uğraşacaktı. Devletçe atanan müftü, Müslümanların en üst düzey temsilcisi olarak belirlendi.

Rusya bu dönemde dar ve tek uluslu bir devlet anlayışından, farklı dinlerden olan tebaayı da kapsayan bir imparatorluk olma yoluna girdi. Kırım Hanlığı’nın Rusya’ya ilhak edilmesi sonucunda ülkeye önemli miktarda Müslüman nüfusun katılması da bu kararda etkili oldu. Katerina Tatar din adamlarını “dinden uzak” ve göçebe bir hayat süren Kazaklar arasına göndermek suretiyle onları medenileştirmek ve devlete kaynaştırmak istedi.

II. Katerina bununla da kalmadı; eskiden beri ticarete yatkın bir halk olan Tatarlara ticari haklar tanıdı (1792). Bu imkândan yararlanan Tatar tacirleri, Rusya ile Orta Asya arasındaki ticarete aracılık ettiler ve bu sayede önemli bir zenginlik elde ettiler. Tatar ticaret adamlarının hayır faaliyetleri sayesinde XIX. yüzyılın başında Tatar dinî kurumları ve ulema sınıfı güçlendi. İlim tahsil etmek isteyen Tatar gençleri tacirlerle birlikte Buhara medreselerine gidiyor, oranın meşhur medreselerinde okuduktan sonra tekrar vatanlarına dönerek medreseler kuruyorlardı. Tatar ulemasının bu faaliyetleri sonunda, daha önce zorla Hıristiyanlaştırılmış olan Tatarlar (Kreşinler) ve pagan inançlara bağlı komşu kavimler (Çuvaş, Mordva ve Votyak halkları) arasında İslamlaşma ve Tatarlaşma görülmeye başladı.

Rus yetkililer, daha fazla İslamlaşma ve Tatarlaşmamn önüne geçebilmek için tedbirler almaya başladılar. Bu tedbirlerin planlayıcısı, misyoner ve doğu bilimcisi Nikolay I. İlminski (1822-1891) idi. İlminski, 1860’larda oldukça iyi eğitilmiş ve gayretli yerel eğitmenlerden bir kadro oluşturmak suretiyle, yüzeysel bir şekilde Ortodoks Hıristiyan olan yerel halkları Kilise içinde muhafaza etmeye ve onları İslam’ın etkisinden uzak tutmaya çalıştı. İlminski, Müslümanların giderek artan tesirinden II. Katerina’yı sorumlu tutuyordu, zira çariçe Tatarların Müslüman Dinî İdaresi etrafında örgütlenmelerine imkân sağlamıştı. İlminski bu müesseseyi etkisiz kılmak için mümkün olan her şeyi yaptı; 1884’teki Müftü tayinine müdahale ederek bu makama en kabiliyetsiz kişinin getirilmesi için çalıştı. Bir yandan da Rus Ortodoks misyonerler İslam’a karşı yayın faaliyetlerini arttırdılar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder