Uygur kültür ve sanatının karakterini
eski Türk dinî inançları ile Maniheizm ve Budizm meydana getirmiştir. Sanat ve
mimarlık eserleri de bu inançların gereklerini yansıtıyordu. Uygur mimarisinde
dikkati çeken bir başka gelişme, Budist külliyele- rinin Türk “ordu-balık” yapısı
gibi iç içe iki surla çevrili olmasıdır. Dört köşede büyük dağları temsil eden
kuleler ve müstakil inşa edilen işaret kalesi vardı. Pagoda mimarisinin özelliklerini
taşıyan bu kuleler zamanla Uygur sanatının incelikleriyle değişerek inceldi ve
Türk minaresine dönüştü.
Doğu Türkistan’da tapınak ve manastırlar
genellikle bir külliye manzarası arz etmektedir. Kare sayılabilecek dikdörtgen
bir sur ile çevrili olan ve içerisinde hü kümdar sarayının ve bazı köşklerin de
yer aldığı Koço şehrinin güneyinde, merkezî bir avlu etrafında gruplanmış mekânlardan
oluşan manastır bu durumdaki örneklerden sadece bir tanesidir. Koço, Yar-Hoto,
Murtuk ve Sengim şehrindeki manastırlar da etraflarında rahip hücreleri ve diğer
çeşitli yardımcı fonksiyonları üstlenen müştemilat yapıları ile birlikte ele alınıyordu.
Bu yapılar genellikle bir yükselti üzerine yapılmış dikdörtgen planlı yapılardır.
Budist tapınaklar Uygurlardan evvelki
Türk dönemlerinde de vardı. Gök-Türkler döneminde Akbeşim şehrinde tipik özellikleriyle
Budist tapınaklar yer almaktaydı. Ancak Budist ve Maniheist tapınaklar asıl
gelişimini Uygur devrinde göstermiştir.
Uygur manastır ve tapınakları, Selçuklu
ve Osmanlı külliyelerinin kaynağını teşkil etmektedir. Uygur tapınakları arasında
en önemlilerinden biri Koço tapınağıdır. Akbeşim şehrindeki Budist tapınaklardan
birine benzeyen bu mabedin köşelerindeki ve kapılarının yanındaki kuleler
sonraki mimarî gelişmeler açısından dikkati çekmektedir.
Diğer önemli tapınaklar arasında
Murtuk Sengim’de bulunan bazı dinî yapılardan bahsedebiliriz. Tapınakların bir
bölümünde ayrı olarak inşa edilmiş, çok katlı kule şeklinde olup Türkçe olarak ediz
ev denilen pagodalar ilgi çekicidir. Bu pagodalardan birisi, Yar-Hoto,
şehrinin merkezinde yer alan ana tapınağın sınırı içerisinde, nişlerine (inşa esnasında
duvar içinde bırakılan oyuk) Buda heykelleri yerleştirilmiş bir kule şeklinde
yükselmektedir. Stupa denen Budist türbeler, içi dolu bir kubbe şeklindeki
yapılardı. Uygur stupası ise kubbeli otağa benzer bir yapıya dönüşmüştür.
Uygur devri Türk sanatı tarihinin en
ilgi çekici mimari eserleri arasında kayalara oyulmuş mağara tapınakları da gösterilebilir.
Bu tapınakların esası Çin’in kuzeyinde devlet kuran Tabgaçlarda da görülmektedir.
Doğu Türkistan’daki Bezeklik, Kızıl ve Tun-huang mağara tapınakları çok ünlüdür.
Bunlar arasında Uygur tarzının en seçkin örnekleri Bezeklik mabetleridir.
Bezeklik mağara tapınakları Murtuk
vadisinde, Kızıl Dağ mevkiinde kayalara oyulmuş 40 tapınaktan meydana
gelmektedir. Tapınakların genel planı en içte yer alan ve yalnız rahiplerin
girebildiği ve tapınılan Buda veya diğer bir ilâhın heykelinin bulunduğu iç tapınak
ile bunun etrafındaki dehliz ve ikinci derecede mekânlardan oluşmaktaydı. Bu
mabetler duvarları yoğun bir şekilde fresko tekniğiyle yapılmış ve dinî anlamı
olan resimlerle bezendiği için Bezeklik adını almıştır.
Türk Budist mimarisinde gelişen
stupalar, îslâmiyetten sonraki Türk türbe mimarisinin temelini oluşturmaktadır.
Uygurlardaki stupa şekli “yurt tipi” çadır şeklinden ilham almıştı. îslâmiyetten
sonraki Türk mimarisinde soğan kubbe denilen lotus kubbe tipi de ilk kez Uygur
stupalarıyla başlamıştır. Türklerden önce stupalar, bir dinî şahsiyetin
kemiklerinin ve eşyalarının muhafaza edildiği kubbeli yapılardan ibaretti.
Koço şehrinin surları dışında,
kuzeydoğu tarafında bulunan ve Koş-Gumbaz olarak adlandırılan stupalar Uygur
stupalarının en güzel örneklerindendir. Aynı şekilde Toyuk şehrindeki stupalar
ile Yar-Hoto şehrinin güneydoğusunda bulunan birçok stupa da zikredilmeye değer
özelliklere sahiptir.
Genel olarak Orta Asya mimarisinde, özel
olarak Uygur mimarisinde sivil mimarinin en önemli ürünleri saraylar ve
evlerdir. Saraylar eski ordu-kent kuruluşlarının İç kale kısmına karşılık
geliyordu. Bazen yalnız bu iç kale saray olarak nitelendiriliyor, bazen de sur
içerisinde saray ve köşkler söz konusu oluyordu.
Koço’da hükümdar sarayı kalıntıları
ortaya çıkarılmıştır. Bir set üzerine inşa edilmiş bu saray, aynı zamanda çift
sıra surlarla kuşatılmış bir kale (ordu kent) idi. Sarayın mekânlarının kubbeli
veya düz tavanlı olduğu ve divanhanelerinin kuzey ve batıda bulunduğu sanılmaktadır.
Bu tip saray düzenlemelerinde bazen setin köşelerinde daha küçük köşkler de
bulunuyordu.
Sarayların bazı örnekleri bu şekilde
bir set üzerinde değildir. Mesela Yar-hoto saray harabeleri surla çevrili bir
avlu içerisinde ve başka bir tiptedir. Uygur evleri ise, genellikle kaplumbağa
tarzı çatı denilen, kıvrık çatılı, etrafı duvarla çevrili, masif örgülü, dört köşe
veya yuvarlak pencerelidir.
Türklerde ordu-kentler sivil ve askerî
mimarinin kaynaştığı yapılardır. Proto tipleri Milattan önceki devirlere inen
bu kent tipinde, surlar ve kulelerle çevrili, yaşanılan mekânlar ve alanlar
topluluğu vardı. En dışta ise bir hendek bulunurdu. Dörtgen plandaki
ordu-kentte dört yönden gelen yollar hükümdarın köşkü veya çadırının olduğu
yerde kesişirdi. Erken devirlerden sonra ordu kentlerde bir iç kale bir de dış
kale teşekkül etmişti. Hükümdar veya yöneticinin iskân edildiği kısım iç kale
idi.
Eski Türk topluluklarında önemli
askerî yapı örneklerinden olan Karguy ya da Kargu denilen gözetleme
kuleleri hudut bölgelerinde, önemli mevkilerde, surlar üzerinde veya sur içinde
yer almışlardır. Bu kuleler Türkler ve Çinliler tarafından inşa ediliyordu. Özellikle
Gök-Türk devrinden İslâmî döneme kadar olan zaman içerisinde bunlar çok yaygındı.
Bu kuleler genellikle dört köşe veya yuvarlak planlı olarak inşa edilmişlerdir.
Söz konusu eserler bazen yukarıya doğru incelerek yükselmekte, bazen de yukarıda
darlaşan düz bir bölümle sona ererek tepesi kesik bir piramidi andırmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder