İslam antropolojisinin çıkış noktası
İbrahim dinlerinde ortak olan insan Kavramıdır. Bu geleneğe göre insan Allah'ın
hem yarattığıdır, hem de aynı zamanda O'nun bir çeşit ortağıdır (Partner) ; o
(insan) Allah tarafından kendisine seslerrilebilen biridir. Musevi geleneğine
göre insan Allah ile olan birliğin öznesidir. Hıristiyan anlayışına göre bu
ilişkide Allah sevgisi açığa· çıkar, O'nunla olan bağlılık her alanda, insan
olma koşulu (conditio humana) dolayısı ile söz· konusudur; buna elem ve acı da
dahildir - Nasıralı (Nazareth'li) İsa'mn insan oluşu ve bu birliğin
yenilerrmesi Allah - insan ilişkisinin temeli sayılabilir. Kuran'ın ifadesine
göre İnsan Allah'ın elleriyle yaratılmıştır. (Sure X:XXXVIII/75) İnsan Allah'ın
en mükemmel eseridir. O, Allah'ın nefesi ile yaşar. (Sura XV /29; XXXVIII/72).
Allah, .Adem'e adları öğretti, yani onu dünyadaki şeylerin hakimi yaptı. (Sure
ll/31). insan Allah'ın yeryüzündeki halifesidir ( vekilidir; valisidir) ; Allah
meleklere onun önünde secde etmelerini istedi, zira insan meleklerden daha
Üstündür; zira on- · lar Allah'a sadece tam bir teslimiyet içinde dua. etmekten
başka bir· şey yapmazlar, buna karşılık insan serbestçe karar verebilir. (Sure
II/30). insana da istendiği gibi yorumlanabilecek emanet verilmiştir (24) ; bu
da öylesine bir şeydir ki onu taşımaktan gök ve. yer kaçınmışlardır. (Sure
XXXIII/72). Kuran'da insamn haysiyeti üzerinde belirtilen pek çok genel
ifadenin ardına sığınarak özellikle Sufiler insan olmanın çeşitli yönleri,
açılaSS n üzerinde yoğun bir şekilde durdular. rusanın Allah'ın isteği;
Dünyanın da insanın isteği doğrultusunda yaratılması; Allah'ın sonsuz gücünün
insanda da doruğa ulaşması, Sufiliğin temel motifi idi - Rumi'nin sözleri ile :
«insan yüceliğin, ululuğun özelliklerinin ölçülmesini sağlayan bir astronomi
aletidir (usturlap) » (25). insanlar arasında biribirine tahandan ·zıt iki
görüş açısının yarattığı bir gerginlikten açıkca söz edilebilir. Bir yandan
insan «köle» (daha yumuşak bir deyişle «serf» veya «hizmetkar») olarak
görülmekte ve böylece kişiliğinin çözüldüğü ve yittiği kabul edilmektedir.
Annemarie Sehimmel Celaleddin'in bir öyküsünün tahlilini yaparken şöyle diyor
(26) : «Gazneli Mahmud'un hizmetkan Ayaz, her sabah yataktan kalktığı :\rakit,
efendisinin yaruna girmeden önce giydiği kullanılmış, berbat pabuçlarına ve
paçavra halindeki elbisesine bakarmış; böylece eski durumunu amınsar ve
efendisinin ona ne kadar cömert ve bağışlayıcı davrandığını kavrarmış. (Mesnevi
V, 2113 v.d.) Demek ki Rumi'ye göre insan ne denli zayıf ve çaresiz
yaratıldığını düşünmelidir; işte o zaman insan . Allah karşısında bir hiç
olduğunu aniayacak ve her şeyi O'nun lütüf ve keremine borçlu oldu- ğunu
kavrayacaktır». Diğer yandan coşku dolu mistiklerin dü§üııceleri de
·kaydedilmelidir. Onlar Allah ile insan arasındaki sınırı bir yüzme alanı gibi
kaynaş tınrJar; böylece onlar için insan Allah'ın tam bir aynasıdır. iibn-i
Araibt' nin aşın kuramma (27) girmeden Celaleddin'de de böyle anlayış tarzları
na rastlıyoruz. Annemarie :Scliimmel haklı olarak bu tasvirlerin Hııj.stiyan
dulcis hospes animae. kavramını hatırlattığı. belirtmektedir (28). Böylece,
konumuz açısından da çok ilginç bir :benzetime ·ulaşmış bulunuyoruz.
Hıristiyanlık -hiç kuşkusuz Doğu'nun da etkisiyle- mistisizminde de insam Allah
karşısında minik ve anlamsız görenler bulunduğu gibi, insiım ruhsal düzeyde
Allah'ın ortağı durumuna yükselteniere de rastlıyoruz. Hıristiyan Ortaçağı'mn
mistikleri ve hayranlan ile, XVI. Yüzyılın radikal reformcularının düşüncenin
ve iç alemin bağımsızlığı ve ger- çeğin değiştirilemeyeceği konulanndaki
ilkeleri arasında dikkate değer bir bağlantı vardır. Bu noktadan hareketle sözü
edilen reformcular geniş bir inanç özgürlüğünün programlanmasının istemine
yöneldiler. Onlara göre bütün insanları inancın duvarlan arasına hapsetmek son
derece anlamsızdır; zira inanç herkesi ilgilendiren bir şey değildir. Toplum.
ve dev- . let bu h us usta. hiçbir zaman bir karar qlamazlar (28) . islam
mistiklerinin iki tür düşünce tarzı benim kanıma göre bir çe- · lişki değildir,
aksine sağlam bir antropolojinin esaslı bir merkezidir. Bu antropolojik düşünce
merkezi Allah'ı, bilinmesi gerekli saklı bir defineden 89 ı-=--=--- çok daha
farklı bir biçimde görmekte ve O'nu insana şah damarından · kendine daha yakın
hissettirmeMedir ('S u re L/16). insanın Allah'la kurduğu bu tür ilişki
insanlar arasına oldukça önemli boyutta bir eşitlik atmosferi getirmektedir.
Allah'ın tamamen b:;ışkalığı ve insanın ona son derece keskin ve istisnasız
bağlılığı sadece bütün insanlan eşit kılmıyor; bu anlayış ayrıca olağanüstü
büyük boyutta bir siyasal iktidar eleştirisini de getiriyor. Çünkü bu düşünce
her türlü üstün insan görüşüne karşıdır ve böylece güçlü öl:;ın karşısında bir
savu:qma' ref- , leksi yaratmaktadır (30). Allah'a yaklaşma sadece bireysel bir
iştir ve buna dünyasal hiçbir makam kanşamaz. Bu tarzda büyük mistik sevgi
subjektif bir olgu ~sergilemekte ve onun her türlü kurumlaştınlmasını
önlemektedir. En önemli noktaları belirtilerek Sufilik kuramının siyasal
iktidan eleştirisel görüşü aşağıdaki biçimde açıklanabilir : Kim yaşamı nın
görevi olarak sürekli bir biçimde Allab'a yaklaşınayı denemeyi görürse ve kim
ıbu arkadaşına ölçüsüz bir ruhani sevgi ile sığınırsa, o zaman iktidar
sahibinin kayıtsız-şartsız kölesi veya sadece onun önünde teslimkar bir
hizmetiisi olamaz. ·Bu ifademizle konumuz açısından bazı temel ilkeler göz
önüne alınırsa açıkça çok önemli bir görüş üzerine gelmiş bulunuyoruz. Kesin
olarak şu husus üzerinde duralım . : özellikle Celaleddin Rumi'nin .
eserlerinden gelen belirli düşünceler ile çeşitli Kur'an hükümlerinden çı- kan
sonuçlar, insan haysiyetinin yüceliği ve siyasal iktidann bu konudaki
eleştirilmesini sağlayan açı~ koşulları işaret etmektedir. Şimdi sorunurt
devamı şudur :Bu antropolojik kavramının ve anlayışın somut bir alanda
kulianıldığıru belirleyebilir miyiz ? . Burada pek doğal olarak karşımıza din
özgürlüğü sorunu çıkmaktadır; çünkü bu özgürlük büyük dinsel cemaatlerin
biribirleriyle ilişkileri açı sından insan Haklan konusunda merkezi yere
sahiptir. Çok basit çizgilerle de olsa bu tartışmada islam-Hristiyan dinlerinin
arasındaki geniş diyaloğu dile getirmemiz konumuzun sınırlarını aşar (31). Ben
burada sadece Celaleddin Rumi'nin bazı metinleri Ü'zerinde durmak istiyorum;
bana göre bu metinlerde sait hoşgörü üzerinden din Özgürlüğüne yol açabilecek
islami bir gerekçe için ilginç b~ğlantı noktalan bulabiliriz. Rumi, Anadoiu
Selçuklu Devleti'nin siyasal iktidara sahip ve kendi~ sine müridlik derecesinde
bağlı ünlü vezirj Pervane'ye şunları söylemiş ti : «Bir din ancak malışer günü
söz konusu olabilfr. 'Burada, günümüzdeki dünyada birleşn:ıek imkansız (32);
çünkü herkes hedefini ve isteğini güder, bundan dolayı birlik mümkün olmaz.
Ancak mahşerde, bütün insanlar birlik olacaklar, tek hale gelecekler ve gözleri
sadece bir noktaya· 90 bakacak ve hepsi tek kulak tek dile sahip olacaklar»
işte o zaman bir olma amacına ulaşıiacak (33). Aşağıdaki satırlarda da
ibn-iArabi'nin mirası pırıldamaktadır; her şey Allah'ın varlığıinn tecellisidir
ve «buna göre insan çeşitli dinleri bir eserin parçası olarak görür» (34).-
«Uçan ruh-düşünce sineği sonsuzluğun ayran kabına düştü. Orada ne ,.,. bir
Müslhman, ne bir Hristiyan, ne bir Musevi ve Mecusi vardı. \: .. Bak, konuşmak,
bu sineğin hep yaptığı gibi, kanat çırpmaktır. Ama o ayran kabına düşünce artık
kanat çırpması da imlclnsız o'uyor» (35). - Bu dizelerde her §eyden · önce çift
anla.."lllı kullanım. dikkati çeker : Sonsuzluk ayram içinde
ruh-düşüncenin kanat çırpması, konuşması mümkün değildir ve böylece dinler
arasındaki farklılıklar da ortadan kaldırılmış olmaktadır. Zira bu dizelerde şu
anlam da var : Ruh-düşüncenin ·. lqın::ıt çırpması, yani insanlar arasında
iletişim (konuşma) ve bunun çe- şitlilikleri biribirine bağlı zormıluluklaidır.
Burada inı;anların yaşam taslaklarının çeşitliliğinin mutlaka bu dünyaya ait
olduğu ve çoğunluğun dünyanın gerçek özünü sağlayan yapıcı bir öge olduğu
üzerindeki açıkla-, malar ne çok ne de azdır, tam kararındadır. Cel3Jeddin'in
Müslüman olmayanlara karşı davranışlarını değerlendirirken şu noktayı da gözden
uzak tutmamak gerektir : Yaşadığı dönemdeki Selçuklu egemenlik bölgesinde
yaşayan nüfusun çoğunluğu Hristiya~dı (36). Müslüman olmayanlada günlük
ilişkilerinde Rumi herhalde polemiklere girebilecek anlaşmazlıklar içinde
bulunmamıştır,
Prof. Dr. Richard POTZ
Viyana üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder