Her şey
ideallerin en asiliyle, sözde barbar kafirlerin elinde olan kutsal
toprakları
kurtarmak arzusuyla başladı. Bununla da bin yıl süren savaşlar ve
bugüne kadar
artan bir şiddetle gelen ve tehdit eden, her an patlamaya hazır bir
bomba ortaya
çıktı. Ama bu idealizmin arkasında daha pratik ve ticari sebepler
vardı.
Avrupa'dan her
yıl binlerce turist bölgeyi ziyaret etmeye gidiyor ve ticareti
canlandırıyorlardı.
Avrupalılara ilaveten, yedinci yüzyılda Bizans
İmparatorluğu'ndan
Kutsal Toprakları alan Araplar da bölgeyi aynı şekilde
kutsal
sayıyorlar, Kudüs'ü Mekke ve Medine'den sonra üçüncü kutsal şehir kabul
ediyorlardı.
11. yüzyılda
daha dindar bir görüşe sahip olan Selçuklu Türkleri bölgeye
geldiğinde işler
biraz kızışmaya başladı. Artık, ara sıra turistlerin saldırıya
uğradığı oluyor,
yeni vergiler ödemek zorunda kalıyorlar, katırları kaçırılıyor ve
cinayetlere
kurban gidiyorlardı. Elbette, Avrupa'ya bunların haberi geliyordu.
Yapılan
haksızlıklar anlatıla anlatıla abartılı boyutlara varıyordu. Ama aynı
şekilde bir gemi
dolusu Müslüman on birinci yüzyıl Paris'ine ya da Londra'sına
gelmiş olsaydı,
başlarına neler geleceğini ancak Allah bilir.
Konstantinopolis
şehrinin karşı karşıya kaldığı tehlike, endişeyi daha da artırdı. Selçukluların
Kudüs'ü almasından bir sene önce, 1071'de Bizans ordusu
Malazgirt
Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğramıştı. Sonraki yirmi sene boyunca
Türkler
Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemişlerdi. Öyle ki artık Konstantinopolis
bile güçlü bir
saldırı karşısında teslim olacak gibiydi.
Bizans
imparatorları, özellikle papaya mektup yazarak Batı'ya acil yardım
çağrılarında
bulunmaya başladılar. Katolik kilisesi ve Bizans İmparatorları
arasındaki
ilişki yüzyıllardır gergindi. Aralarındaki en önemli anlaşmazlık
imparatorun
papanın üstünlüğünü kabul etmemesiydi. Yaklaşan Selçuklu
tehlikesiyle
imparator köşeye sıkıştı ve papayla anlaşmayı kabul etti. Ayrıca,
eğer
Konstantinopolis düşerse Avrupa'nın kapılarının açılacağını ve yakında
Orta Avrupa'nın
savaş alanına döneceğim söyleyerek ikna etti.
Sonunda, Papa
II. Urban, tabii başka nedenlerin de etkisiyle 1095'de harekete
geçti.
Bizanslıların öne sürdüğü gibi, şehrin Avrupa savunmasında bir ön cephe
olmasının ne
denli önemli olduğunu anladı. Ayrıca ortalıkta boşta gezen çok fazla
zırhlı şövalye
vardı ve sadece şiddet kullanmayı biliyorlardı. 11. yüzyıl
Avrupa'sında baş
gösteren sıkıntı, bazı açılardan günümüzün kentlerinin başına
bela olan
silahlı çetelerin durumuna benziyor, silahsız birçok kişi arada
kalıyordu.
Katliamın önüne
geçemeyen papanın aklına bir çözüm yolu geldi. Madem
birbirlerini
öldürmelerini engelleyemiyordu, belki de onları kafirlerin üstüne salmak daha
akıllıca bir fikirdi. Hıristiyan olmayanları Tanrı adına öldürmek
günah değildi,
saldırgan enerjilerini kullanabilirlerdi ve bu arada daha da
önemlisi şiddet
başka bir yerde olurdu. Sonunda, Kutsal Toprakları kurtarmanın
çok iyi
olacağına ve Tanrının zaferine hizmet edeceğine karar kıldı.
Böylece, II.
Urban 1095'de yaptığı ateşli bir konuşmayla Kutsal Toprakları
kurtarmak için
Kutsal Savaş ilan ettiğini açıkladı ve o zamana kadar tahmin
edilemeyecek
büyüklükteki saldırgan bir kitleyi serbest bıraktı.
11. yüzyılda
lojistik destek sağlamadaki en büyük sıkıntı insan toplamak
olduğundan
Urban, haçlı seferinin, profesyonel askerlerin yardımıyla iyi
düzenlemiş,
yirmi, otuz binden fazla olmayan küçük bir ordudan oluşacağını
sanıyordu.
Maalesef birkaç ay içerisinde Keşiş Peter'in yönetiminde neredeyse
yüz bin kadar
köylü kendi Halk Haçlı Birliği'yle yola çıktı. Peter, kullandığı düz
bir mantıkla
hayli ikna ediciydi; Tanrı'nın basit insanları sevdiği için, Kutsal
Toprakları
kurtarma onurunu de kesinlikle onlara bahşedeceğini anlatıyordu.
Bu güruh
Macaristan'a girdiği zaman bir kısmı çoktan açlıktan kırılmaya, diğer
kısmı da
çapulculuğa başlamıştı. Konstantinopolis'e geldiklerinde imparator, hiç
bekletmeden
köylüleri hemen Anadolu'ya gönderdi. Orada kendilerini
beklemekte olan Türkler
tarafından da hemen kılıçtan geçirildiler.
İlk haçlı seferi
1097'de Konstantinopolis'e geldiğinde çok korkmuş imparator
Alexius'la
karşılaştılar. Yüz bini aşan sayıları ne bir düzenlemeyi, ne de yiyecek
sağlamayı mümkün
kılıyordu. İmparator, kendisine sadakat yemini edecek ve
esas amacı
doğrultusunda, yani Anadolu'yu geri almak için savaşacak küçük,
profesyonel bir
birlik istemişti. Kutsal Topraklar her zaman sadece ideal bir
amaç olmuş, ama
bunun başarılabileceğine kimse inanmamıştı. Şimdiyse on
binlerce
kavgacı, disiplinsiz şövalyeyle, serflerle ve kibirli prenslerle karşı
karşıya
kalmıştı. Bunların çoğu da daha birkaç sene önce Bizanslılara karşı
savaşmışlardı.
Bu kalabalığın
eline fırsat geçerse kendi tacını başından alacaklarından korkan
imparator,
şehrin kapılarını kapattırdı. Haçlılar da Bizanslılardan hiç
hoşlanmıyorlar
ve güçlü olmalarından nefret ediyorlardı. Bu kadar yolu, sadece
bir imparatorun
kişisel çıkarları uğruna savaşmak için gelmemişlerdi.
Kutsal
Toprakları almak, böylece bütün günahlarını affettirmek ve bu uğurda
ölüp şehit
olurlarsa cennete kesin bir gidiş bileti elde etmek istiyorlardı.
Bizanslılar bu
yeni orduyu beslerken sıkıntılı bir zaman geçmeye başladı. Haçlı
askerleri bir
şekilde çıkar sağlamanın yollarını hızlandırmayı düşünmeye
başladılar.
Yüksek amaçları yavaş yavaş arka planda yerini alıyordu. Sefer sözüm ona
Bizanslıların yönetiminde bir sonraki bahar başladı. Sonraki iki
sene çok kanlı
geçti. İklim ve bölge Fransız, Alman ve İngiliz askerlerine
tamamen yabancı
olduğundan büyük sıkıntılar çekildi. Yakıcı sıcaktan ve
savaşlardan
adamların en azından üçte ikisi yolda öldü. Sonunda, neredeyse üç
sene sonra
hedeflerine, Barış Prensinin Kutsal Şehri olan Kudüs'e vardılar.
Çatışma başladı,
surlarda gedikler açıldı. Böylece tarihin en kötü ve en kanlı
katliamlarından
biri, şehirdeki hemen hemen herkesin kılıçtan geçirilmesiyle
gerçekleşti.
Saldırganlar ruhlarının ebedi kurtuluşla korunduğuna inandıklarından kentin
yarısından fazlasının Yahudi ve Hıristiyan olması onları
pek etkilemedi.
Böylece Birinci
Haçlı Seferi sona erdi. Çarpışmaların devam etmesine rağmen
seksen yıl
boyunca Kutsal Topraklar Haçlı eyaletlerine bölündü. Papanın
planıyla aslında
Kutsal Topraklar kurtarılmıştı, ama bu uğurda yüz binlerce
insan canından
olmuştu.
Ama bu arada
durum giderek kötüleşiyordu. Tarihçiler olayları belli gruplarda
sınıflandırmayı
sevdiklerinden daha sonra kitaplarda İkinci Haçlı Seferini,
Üçüncü Haçlı
Seferini okuruz. Halbuki hepsi birbiriyle bağlantılı bir sürecin
parçasıdır.
Bölgeye, iki yüzyıldan fazla bir süre Haçlı Seferleri yapıldı. Bazıları
gerçek dini
duygularla, bazıları da günahlarının affolunması için gidiyordu. Ama
büyük bir
kısmını ilgilendiren, toprak ya da elde edecekleri ganimetlerdi.
12. yüzyıl
boyunca Fransa'dan, hatta Norveç'ten ve Danimarka'dan bile haçlılar
geldi.
İskandinavya'dan gelenlerin çoğu Kudüs'e varabilmek için Rusya
büyüklüğünde yol
kat ettiler. Art arda süren saldırıların en ünlüsü, efsanevi
Aslan Yürekli
Rişar'ın yürüttüğü Üçüncü Haçlı Seferi'ydi.
Üçüncü Haçlı
Seferi, gerçekten de akla yatkın bir sebeple başladı. 1187'de, kendi Müslüman
Haçlı Seferi'ni yapan Selahaddin Kudüs'ü Hıristiyanların elinden geri
almıştı. Batılı
güçlere yapılan bu hakaret karşısında İngiltere, Fransa ve Kutsal
Roma
İmparatorluğu kralları, eski anlaşmazlıklarını bir kenara bırakarak kutsal
seferde bir
araya geldiler.
Rişar altı
yıldan fazla savaştı. Savunma o kadar kuvvetli ve akıllıcaydı ki, ancak
bir kere Kudüs
yakınlarına gelebildiler. Sonunda en iyi şeyi yaparak bir barış
anlaşmasında
karar kıldılar. Anlaşmaya göre, Batılı turistler Kutsal Şehir'i
ziyaret
edebileceklerdi. Rişar ülkesine geri dönerken yolda bir düşmanı
tarafından
pusuya düşürüldü. Aslında İngilizler, Rişar'ı kaçırana teşekkür bile
edebilirlerdi.
Çünkü efsanevi olmasının bir nedeni de tahta çıktığından beri
İngiltere'ye
ayak basmamasıydı. İngiltere onun için dipsiz bir para kuyusu ve
asil amaçlarını
gerçekleştirmek için adam yollayan bir yerdi.
Sonunda ülke
iflas etti ve kendisi için istenilen fidyeyle daha büyük bir maddi
sorun yarattı.
İşin en garibi, John kardeşini kurtarmaya çalışırken ülkenin kötü
bir durumda
olmasının tüm suçu onun omuzlarına yükleniyordu. Rişar ülkesine
döndüğünde, yeni
bir ordu hazırlıklarına girişerek ülkeyi daha da fazla borca
soktu. Sonra da
eski müttefiki Fransa'ya saldırdı ve kısa bir süre içinde orada
öldürüldü. John,
hükümdarlığı boyunca yapılan zararı onarmakla uğraştı ve
daha da kötü bir
üne sahip oldu.
Haçlı Seferleri
hala devam ediyordu. Bir sonraki yüzyılda bir düzineden fazla
sefer
düzenlendi; bunların arasında en yıkıcı olanı Dördüncü Haçlı Seferi'dir.
Fransa'dan yola
çıkan ordu Venedik'te ulaşım aracı ararken yine tarihte
görülmemiş bir
"iyi fikir" bulundu. Diplomatik zekalarıyla ünlü Venedikliler,
Fransızları
Kutsal Topraklara götürmeden önce kendi çıkarları için Zara'yı
(bugünkü Zadar)
Macaristan'dan geri almak için ücretli asker olarak kiralamak
istediler.
Fransızlar bu
anlaşmayı kabul ettiler. Zara geri alındı ve yağma edildi. Bunun
sonucunda Papa tüm
orduyu aforoz etti. Ondan sonra her şey kötüye gitmeye
başladı.
Venedikliler, kiralık ordularına şimdi de Bizans'taki zenginlikleri
anlatmaya başladılar.
Bizans İmparatoru'nun tahttan indirilen bir akrabasına
yardım etmek
amacının arkasına sığınan Haçlılar Konstantinopolis'e girdiler.
Şehri yakıp yıktılar,
yağmaladılar ve nüfusun hatırı sayılır bir bölümünü
katlettiler.
Sonra da tahta kukla bir imparator oturttular.
Haçlıların esas
amacı olan Konstantinopolis'i Türklere karşı korumak tamamen
bırakılmıştı ve
bu hain saldırının Avrupa'ya da zararı çok büyük oldu. Sonunda,
eski Bizans İmparatorluğu
ailesi yavaş yavaş bu kadim şehrin tahtına tekrar
geçti, ama artık
eski güç ve pırıltının sadece gölgesi vardı. İmparatorluğun
çöküşü ise baştakilerin
o andan itibaren takındığı tutum yüzünden hızlandı.
Dördüncü haçlı
ordusu savaştan elde ettikleriyle geri döndü. On yıl sonra papa
tekrar denedi.
Bu ordu Mısır'da bir saldırı üssü oluşturmaya çalıştı. Bu, sıradışı
bir plandı ve
sonunda Nil deltasının salgın hastalıklarla dolu ortamında
gerçekleşmesi
mümkün olmadı. Ama yine de çaba gösterildi. 1260'larda bölge Moğol istilasına uğradığında
savaşçı olarak
yetiştirilen kölelerden gelen bir hanedan, Memlükler Mısır'ı
yönetiyordu.
Kendi aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden haçlılarla işbirliği
yapma eğilimindeydiler.
İki taraf da yakında oraya ulaşması beklenen Moğollara
karşı haçlılarla
birleşmek istiyordu. Ancak buna gerek kalmadı çünkü Moğollar
Kudüs'ü
geçtikten sonra geri çekildiler.
En korkunç haçlı
seferlerinden biri çocukların katıldığı haçlı seferiydi.
Avrupa'nın
ortaçağdaki şehirleri yetim ve öksüz çocuklarla doluydu. Bazı
insanlar, yetişkinlerin
yapamadıklarını, çocukların yapacaklarına inanıyordu.
Çünkü günahsız
oldukları için, kutsal topraklara ilerlerken tanrı onları
koruyacaktı.
Binlerce Avrupalı çocuk yollara döküldü. Yol boyunca hayatta
kalmak için de
dileniyor ve hırsızlık yapıyorlardı.
Kilise çocukları
vazgeçirmek için çaba gösterdiyse de masum bir şekilde
kendilerini
ortaya atmalarına hiçbir şey engel olamadı. İtalya kıyılarına ulaşan
çocuklar toplandı
ve liderler gemi sahipleriyle çocukları kutsal topraklara
götürmeleri için
anlaştı. Ama bu çocukların hepsi gemilere yüklenip Kuzey
Afrika'ya götürüldü.
Orada da köle olarak satıldı.
Haçlı
seferlerinden birinde ise Fransa'nın dışına bile çıkılamadı. Fransız kralı
papayla işbirliği
yapıp ülkenin güneyinde yaşayan Albigenlere karşı bir kutsal
savaş ilan etti.
Kuzeyde yaşayan binlerce Fransız asilzadesi de bu savaşa katıldı.
Oluşturulan güç
Provence bölgesine girdi ve Albigen olanları da olmayanları da
öldürdü ve
topraklarını ellerinden aldı.
Haçlı ruhu
sonunda 14. yüzyılda, Kudüs'ün Memlûk ve Osmanlı saldırılarına
karşı koyamayıp
düşmesiyle son buldu, yüzyıl savaşları, İtalyan şehir
devletlerinin
anlaşmazlıkları ve Büyük Salgın Haçlı Seferlerini bitirdi. Sonuç
korkunçtu.
Bizans İmparatorluğu darmadağın oldu. Yüz binlerce insan öldü ve
Müslümanlar
Avrupalıları mutlaka püskürtülmesi gereken işgalciler olarak
görmeyi öğrendi.
Savaş ve özgürleşmenin ardındaki olumlu fikirler her zamanki gibi hırsa,
idealizm çılgınlığına, dinsel bir nefrete; zalim ve uzun bir acıya
dönüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder