Körfez Savaşı Saddam’ın Kuveyt’i işgali sonrasında, Irak kuvvetlerinin
Kuveyt’ten çıkarılmasını amaçlayan “Operation Desert Shield-Çöl Kalkanı
Harekâtı”dır.
Körfez Savaşı İran-Irak
Savaşı’nın sona ermesinden kısa bir süre sonra, Irak’ın Kuveyt’e saldırması ile
ortaya çıkmıştır.2 Ağustos 1990 ‘da Irak Kuveyt’i ilhak etmiştir ve bu ilhak
sonrası bir dizi olay ve gerilim meydana gelerek birçok olaya zemin
hazırlamıştır. Nihayetinde de bir kriz savaşa dönüşmüştür.1988’de İran-Irak
Savaşı’nın bitmesiyle beraber Irak silahlanmaya devam etmiş ve komşusu Kuveyt
üzerinde, o bölgenin eskiden Basra vilayetine bağlı bir kaza olduğunu
dolayısıyla şimdi kendisine bağlı olması gerektiğini öne sürmüş ve hak iddia
etmeye başlamıştır.
Irak tarihten gelen haklarının arkaik bir biçimde hatırlayarak, Kuveyt
üzerinde hak iddia edip bu ülkeyi ilhak etmeye girişince, tarihin sonu tezinin
nasıl bir dünya düzenine teorisyenlik yapmış olduğu uygulamalı olarak gösterime
sokuldu. Bu vizyonda kurulu cennet düzeni, bunun adil muhafızları, bu
küreselliğin diğer insanlara yansıtılma biçimleri ve sair detaylar göz önüne
getiriliyordu. Sonuç bütün dünya için hisseler çıkarılacak bir durumdu:
Yenidünyada artık yeni bir şey olmayacaktı. Herkes elindekine razı olacaktı.
Herkese hak ettiği zaten “big brother”lar tarafından veriliyordu.Körfez Savaşı
denilebilir ki, dünyamızın yeni yapılanmasında ilk merhaleyi teşkil eder. Çünkü
bu savaş ve sonuçları ile Ortadoğu’nun tüm yapısı değişmeye başlamıştırBu
savaşın sona ermesinden yaklaşık 6 ay sonra SSCB’nin dağılması ile dünya tümü
ile yeni bir yapılanma dönemine girmiştir. Yani milletlerarası politikanın hem
kuvvet merkezlerinde hem de unsurlarında bir değişme süreci başlamıştır.
Sovyetlerin dağılışıyla birlikte ortaya çıkan yeni dünya düzeni, akabinde
patlak veren Körfez Savaşı’nın yarattığı yeni şartlar, Tarihin Sonu tezinin
enine boyuna tartışılmasına imkan veren bir dizi ampirik veriler sundu. Ayrıca
yenidünya düzeninin dönüm noktasını Körfez Savaşı’nın oluşturduğu
düşünülüyordu.
KÖRFEZ SAVAŞI’NIN NEDENLERİ
A).İran-Irak Savaşı
İran-Irak Savaşı’nda Batı dünyasının tamamı, Arap dünyasının çoğunluğu,
Sovyet Rusya ve sosyalist ülkeler Irak’ı desteklemişlerdir. Bunun birinci
sebebi 1979 Şubatında İran’da teokratik, Şii ve Radikal İslami Humeyni
rejiminin iktidara gelmesinden sonra, bu yeni yönetimin ilk günden itibaren,
çevre ülkelere “devrim ihracı” çabasına girmesiydi. Yeni rejim SSCB ile ABD’yi
birer düşman ilan edip, bu iki süper gücü düşman olarak karşısına almıştır ve
böylece İran, Irak ile savaşında yalnız kalmıştır.
1979 İhtilalinden önce İran Şahı’nın özellikle 1970’lerden itibaren, yani
İngiltere’nin Basra Körfezi’nden çekilmesiyle birlikte, İran’ı yoğun bir
şekilde silahlandırarak Basra Körfezi’nde bir İran hegemonyası kurmak ve bu
körfezi İran Körfezi haline getirmek istiyordu. İran Şahı’nın bu amaçla ABD’ye
10-12 milyar dolarlık silah sipariş etmesi sadece Körfez’in değil bölgenin
diğer ülkelerinde de endişe yarattı ve tepkilere yol açtı. Çünkü bu bölge her
ülke açısından stratejik öneme sahipti.
İran’ın bu
yalnızlığına rağmen 8 yıllık savaşta Irak bir üstünlük sağlayamamıştır. Savaş
İran tehlikesini ortadan kaldırmıştır. Ancak bu sefer de Irak bir tehlike
olarak ortaya çıkmaya başlamıştır ve kimse Irak’ın güçlenip bir tehlike
oluşturacağını düşünmemişti. Irak büyük bir başarı elde edemedi ama savaştan
sonra hızla silahlanmaya başladı. Batılı devletler ve ABD şu veya bu şekilde bu
silahlanmaya destek oldular. Irak’ın Ortadoğu’da nükleer bir güç haline gelmesi
başta ABD olmak üzere bütün Batı’yı endişelendirdi. Bu endişelerin arkasında
yatan amaç ise bölgenin petrol sevkiyatını güvence altına almaktı. Irak’ın
bütün bu hazırlıklarındaki amacı Kuveyt’in işgaliydi.
B).Irak-Kuveyt Anlaşmazlığı
Bu anlaşmazlık uzun bir süreden beri vardı. Kuveyt 1759’dan beri el-sabah
ailesi tarafından yönetilen bir emirlikti.1899’da burayı kontrol altına alan
İngiltere 1961 yılında bu ülkeye bağımsızlık verdi. Fakat bu arada 1946’dan
itibaren Kuveyt’te petrol üretilmeye başlandı. Kuveyt 1961’de bağımsızlık
aldığında o zaman ki Irak lideri General Kasım, bu bağımsızlığı tanımadı.
Kuveyt topraklarının Osmanlı Devleti zamanında Basra vilayetine dâhil olduğunu
dolayısıyla Kuveyt’in Irak topraklarının bir parçası olduğunu ileri sürdü.1963
yılında Arap Birliği’nin Kuveyt’i tanıması ve bu ülkenin BM üyeliğine kabulü
nedenleriyle Irak bu isteğinden vazgeçti.
Irak’ta Saddam
Hüseyin’in iktidara gelmesinden ve özellikle İran-Irak Savaşı’nın bitiminden
sonra Irak’ın Kuveyt’e yeniden sahiplenmesi gündeme geldi. Savaş sona erdiğinde
Irak kritik bir durumdaydı. Arap ülkelerine borçlanmıştı, bu borçlar Irak’ın
önünde büyük bir engeldi. Saddam Hüseyin Arap kardeşlerini İran tehdidine karşı
koruduğunu ve bunların en zenginleri olan Suudi Arabistan Birliği Arap
Emirlikleri ve Kuveyt’in bütün borçların ödenmesinde kendisine yardım
etmelerini beklediğini söyledi. Saddam Hüseyin’e göre; Irak, İran ile Arap
çıkarlarını ve Sünni yönetimleri saldırgan ve devrimci Şii mollalarından
korumak için savaşmıştı. Bu nedenle savaşın yükünü bütün Araplar üzerine
almalıydı. Yine Saddam Hüseyin’e göre; İsrail’e, İran’a ve Arap âleminin tüm düşmanlarına
karşı bu kadar büyük bir orduyu ayakta tutmanın bedeline tüm zengin Araplar da
katlanmalıydı. Kısaca; Irak, İran ile savaşmakla Şii tehdidinin bölgedeki Arap
devletleri açısından oluşturduğu tehlikeyi engellediğini ve bu nedenle de
savaşın faturasının paylaşılması gerektiğini ileri sürdü. Saddam Hüseyin
Kuveyt’ten bu doğrultuda tüm borçlarını silmesini istedi ancak Kuveyt bunu
reddetti.
İran-Irak Savaşı’nın ağır borç yükü, Irak’ı yeni kaynaklar aramaya itti.
Körfez ülkeleri ve Kuveyt petrol üretiminde OPEC’ in tespit ettiği günlük/varil
kotalarını aşmaları dolayısıyla, petrol fiyatlarının dünya pazarlarında
düşmesine sebep oldular ve bundan da Irak büyük zarar gördü. Irak bunun üzerine
Arap ülkelerinden petrolün varil başına düşen fiyatının 15 dolardan 25 dolara
yükseltilmesini ve kendisine de 30 milyar dolar borç verilmesini istedi[.;ancak
teklifine cevap bile beklemeden Kuveyt sınırına asker yığmaya başladı. Irak’ın
Kuveyt’i tedirgin eden bazı girişimleri de zaten vardı. Irak 1989 Mart’ında
Mısır, Ürdün ve Kuzey Yemenin katıldığı Arap İşbirliği Konseyinin kurulmasına
öncülük etmişti ve kurulan bu örgütün Körfez İşbirliği Konseyinin benzeri
olduğu açıklamaları, Körfez İşbirliği Konseyinin üye devletlerini ve
dolayısıyla Kuveyt’i tedirgin etti.
Irak’ın Kuveyt üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için bir takım
suçlamalarla işe başladığını da görüyoruz. Irak’ göre Kuveyt, OPEC bünyesinde
imzalanan antlaşmaları hiçe saymış ve eskiden beri Irak’ın talepleri bulunan
sınır bölgesindeki zengin petrol yatakları olan Rumeyla bölgesindeki petrol
kuyularını daha fazla ileterek petrol üretimini arttırmıştı. Saddam Hüseyin, bu
tutumu “provakasyon” ve “ihanet” olarak değerlendirdi. Irak tarafından Kuveyt’e
yöneltilen ikinci bir suçlama Kuveyt’in İran-Irak savaşından yararlanarak
Irak’ın güney sınırından 70 km. içeri girdiği ve sınırlarını Irak aleyhine
genişlettiği şeklindeydi. Bir diğer suçlama ise, Kuveyt’in “eğri borular”
sayesinde Rumeyla bölgesinde Irak tarafına yönelerek Irak’ın rezervlerinden
büyük miktarlarda petrol çektiğiydi. Ancak birçok kaynak incelendikten sonra
burada dikkat etmemiz gereken husus, bütün bu iddiaların Kuveyt tarafından
kabul edilmeyen ve doğru olup olmadıkları kesin olarak bilinmeyen Irak tezleri
olduğudur.
Irak, 16 Temmuz 1990’da Arap Birliği Genel Sekreterine bir mektup gönderdi.
Bu mektupta Kuveyt’i 1980 yılından bu yana Rumeyla’da kendisine ait petrol
bölgesinde petrol kuyuları açmakla ve petrol üretimini artırarak fiyatların
düşmesine neden olmakla suçladı. Ancak bu girişiminden de olumlu bir sonuç alamadı.
Gelişmeler devam ederken Irak ve Kuveyt, Cidde ve Bağdat’ta bir dizi görüşmeler
yaptılar. Ancak bu görüşmelerden de bir sonuç alınamadı. Talepleri reddedilen
Saddam, Temmuz 1990’da Kuveyt’i işgali hedeflemişti, ancak silahlı kuvvetlerini
Kuveyt’e sevk etmeden önce İran-Irak Harbi süresince kendini destekleyen ABD’ye
yaklaşarak nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda görüş almak istedi, bu
amaçla ABD büyükelçisini sarayına davet etti. Saddam Hüseyin, ABD Bağdat
Büyükelçisi April Glespie ile 25 Temmuz 1990’da görüşmesini yaptı. April
Glespie Saddam’ın sorusuna; ”Kuveyt ile aranızdaki sınır anlaşmazlığı gibi,
Arap ülkeleri arasındaki ihtilaflar hakkında fikrimiz yok” cevabını vermişti.
Daha sonra ABD dışişleri bakanlığı, Saddam’a; ”Washington’un Kuveyt ile özel
güvenlik ve savunma güvenlik anlaşması yoktur.” Mesajını gönderdi. ABD Saddam’a
yeşil ışık yakmak niyetinde olmadığı halde, verdiği cevaplar ile gerçekte
Saddam’ı cesaretlendirmişti. Irak’ın Kuveyt sınırına yaptığı askeri
yığınak baskı unsuru olarak değerlendirildi. Zaten bakıldığında da bu askeri
yığınak bir baskı unsuruydu. Irak yaptığı tekliflere bir cevap beklemeden
Kuveyt sınırına asker yığmaya başlamıştı.
Irak, gördü ki
görüşmelerden herhangi bir sonuç alamadı. Hatta görüşmeler aleyhine bir
sonuçlanmaya başlayınca “coğrafyasını bütünleme” gerekçesiyle 2 Ağustos 1990
‘da Kuveyt’in işgaline başladı. Irak Kuveyt sınırının İngiltere lehine bir
biçimde çizilmiş olduğunu iddia etmekteydi. Irak’a göre Kuveyt Osmanlı
döneminde Basra’nın bir parçası olduğu için Irak’a aitti. Gerçekte bunları Irak
daha güçlü olmak ve İran-Irak savaşının kendisi için yarattığı zararları
kapatmak amacıyla ortaya attığı bahanelerdi. Kuveyt, Irak için çok önemliydi;
çünkü Irak’ın Basra körfezine iki yoldan çıkışı vardı. Birincisi Şat-ül-Arap su
yolu üzerindeki limandır. Ancak bu liman İran ile yapılan savaşta batık gemi
enkazlarıyla tıkanmış olduğundan işlemez durumdaydı. İkincisi ise, İşlek
durumda olan Umm-ı Kasr limanıydı. Ancak bu limanın giriş çıkışını kontrol eden
Varbah ve Bubiyan adaları Kuveyt’e aitti. Irak uzun zamandır bu adaların
kendisine kiralanmasını istemiştir ancak Kuveyt bunu reddetmiştir. Adaların
Irak için stratejik önemi büyüktü bu nedenle Irak Kuveyt’i işgal ederse soruna
kalıcı çözüm getirmiş olacaktı. Ayrıca Irak Kuveyt’e sahip olunca Suudi
Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip ülke durumuna
gelecekti. Irak bütün bu sebeplerden dolayı Kuveyt’i 8 Ağustos’ta ilhak
ettiğini açıkladı ve 28 Ağustos’ta da Kuveyt’i Irak’ın 19. Vilayeti olarak ilan
etti.
Nihayet Kuveyt’in ilhak ve işgali ile birlikte hem Basra Körfezi’nde hem de
genel olarak Orta Doğu’da güç dengesi bir anda Irak lehine bozulduğu gibi, bu
durum, gerek petrolün güvenliğini gerekse ABD’nin ve Batılı devletlerin
bölgedeki ekonomik çıkarlarını tehlikeye sokmuştu.
KRİZİN GELİŞMELERİ
Irak’ın Kuveyt’i
işgale başlaması 1 Ağustos 1990’da olduğu halde, Amerika’nın Irak’a karşı
askeri harekâta başlaması ancak 17 Ocak 1991’dedir.Amerika’nın Irak’a karşı
harekâta başlamasının böyle dört buçuk ay beklemesinin bazı nedenleri vardı.
Bunlar şöyle sıralanabilir:
A)Vietnam Sendromu: Amerika 1965 ten itibaren
Vietnam’a bir dizi asker göndermiş ve orada büyük mücadele göstermişti,
Vietnam’dan da kendisini zor kurtarmıştı ve bu da Amerikan kamuoyunda ve
kongrede büyük bir etki yaratmıştı. Kongre,7 Kasım 1973 de, ”Savaş Yetkileri
Kararı” adını alan bir karar almıştır. Buna göre, Başkan, Amerika dışında
herhangi bir yerde Amerikan askerini bir operasyonda kullanacağı zaman,
Kongre’ye danışacaktı. Bu operasyon da 60 günden fazla sürmeyecekti. Bu Kongre
kararları Amerika’nın Irak’a müdahalesini geciktirdi ve 3 Ağustos 1990 günü
aldığı bir kararla, Irak’a her türlü ambargonun konulmasını istemiştir.
B)BM Desteği: Başkan Bush Irak’a karşı harekete
geçmeden önce, milletlerarası plan bir bakıma meşru destek sağlamak için, BM
vasıtasile Irak’a baskı yapıp, bu baskı ile Kuveyt’in işgaline son verdirmek
istedi. Fakat Irak diretme gösterince Başkan Bush askeri bir müdahale için
haklılık kazanmak için BM’den giderek şiddetlenen karalar çıkardı. Ancak
Güvenlik Konseyi’nin savaşın sonuna kadar almış olduğu kararların hiçbiri,
Irak’ı yapacaklarından alıkoyamamıştır ve BM ‘in bütün baskılarına rağmen Irak
28 Ağustosta Kuveyt’i kendi topraklarına 19. Vilayet olarak bildirmişti.
C)Barış Ve Aracılık Teşebbüsleri: Başkan Bush yine
Amerikan kamuoyunun desteğini alma bakımından barışçı yolların kullanılmasına
da önem vermiş fakat kararlar gibi bu konudaki teşebbüslerden de bir sonuç
alamamıştır. Birçok diplomatik görüşme yapıldı ve barış için teşebbüslerde
bulunuldu ama dediğimiz gibi herhangi bir sonuca ulaşılamadı. Irak yapmak
istediklerinde kararlıydı.
D)Amerika’nın Askeri Hazırlıkları: Irak’ın
Kuveyt’ten çıkarılması için yapılacak askeri harekât Suudi çöllerinden Kuveyt’e
yöneltilecekti. Yani Çöl Savaşı söz konusu olacaktı ve bu topraklar Amerika’ya
Vietnam’dan daha uzaktı. Askeri harekât için büyük bir kuvvet gerekliydi ve bu
büyük kuvvetin de hazırlanması için uzun bir zaman gerekliydi. Bu nedenle
Amerika saldırıdan itibaren dört ay bekledi. Ayrıca Amerika yeni bir Vietnam
olayına sürüklenmemek için yanına diğer devletleri de almak istedi. Irak’a
karşı Suudi Arabistan’da çok uluslu bir kuvvet oluşturuldu.
E)Sovyet Rusya’nın Tutumu: Başkan Bush için
savaş öncesinde Sovyetler Birliği’nin kriz karşısındaki tutumu bir sorun
meydana getirmiştir. Sovyetlere rağmen harekete geçmekte tereddüt göstermiş ve
diplomatik yolla Sovyetleri ikna etmeye çalışmış, başarılı olmuştur.
Saddam Moskova’nın
müşterilerindendi. İktidara geldiği günden itibaren Moskova ile yakın
münasebetler kurmuştu. Amerika’nın Suudi Arabistan’a asker yığmaya başlaması,
Sovyetlerin itirazına sebep oldu. Sovyetlerin bu itirazı bir bakıma,
Amerika’dan Afganistan’ın intikamını almaktı. Sovyetler Afganistan’ı işgale
başladığında Amerika’da stratejik denge değişikliği itirazını ileri sürmüştü.
Kriz boyunca Sovyetler iki nokta üzerinde ısrar etti. Birincisi, Irak’ın işgal
edilmemesi ve Saddam rejiminin devrilmemesi, ikincisi de, Amerikan
kuvvetlerinin Körfez’den geri çekileceğine dair garantiydi. Bu konularda
Amerikan ve Sovyet Rusya çok sayıda görüşme yaptılar ve bunların en önemlisi
Gorbaçov ve Başkan Bush arasında,9 Eylül 1990’da Helsinki’de yapılan yedi saat
süren görüşmelerdir. Bu görüşmelerde belirli bir uzlaşma olmuş ve Amerika bütün
faaliyetlerinde BM kararları çerçevesinde hareket etmiştir. Zaten Sovyetler de
böyle olmasını istiyordu.
KRİZİN SAVAŞA DÖNÜŞMESİ
Irak’ın Kuveyt’i işgali, ilhak etmesi ve Kuveyt’i 19. Vilayet olarak ilan
etmesi Ortadoğu petrolleri ile yakından ilgilenen Batılı devletler tarafından
büyük bir tepki ile karşılanmıştır. Bosna-Hersek bunalımınkinden farklı olarak
Kuveyt’in işgali yalnız bölgeyi değil, petrol kaynaklarının denetimi
dolayısıyla tüm uluslararası sistemi tehdit etmekteydi. BM Güvenlik Konseyi
hemen aldığı 660 sayılı kararla Irak’ın işgal ettiği topraklardan kayıtsız
şartsız çıkmasını istemiş ve 6 Ağustos’ta aldığı bir kararla geniş kapsamlı bir
ekonomik ambargo başlatmıştır. Bu arada bir yandan ABD tehdit altındaki Suudi
Arabistan’da çok uluslu bir kuvvet organize ederken diğer yandan da BM Güvenlik
Konseyi 25 Ağustos’ta Irak’ın denizden kuşatılmasına yönelik bir kararı kabul
etmiştir. ABD Suudi Arabistan’daki kuvvetlerinin sayısını gittikçe arttırırken,
Irak hükümeti çekilmeyi kabul etmediği gibi 28 Ağustos’ta Kuveyt’i Irak’ın 19.
İli olarak ilhak ettiğini açıklamıştır. Irak’ın bu tavrına karşılık BM aldığı
bir kararla Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi için 15 Ocak 1991’e kadar süre
tanımıştır. Eğer Irak bu karara uymazsa Irak’ın bir savaşla karşı karşıya
kalacağı da ilan edildi. Irak tabi ki de bu karara uymadı ve Irak’ın Kuveyt’i
işgali ile başlayan kriz 17 Ocak 1991’de savaşa dönüştü.
II.Dünya Savaşı’ndan
bu yana gerek dünyada gerekse Orta Doğu’da görülen tüm savaşlardan farklı bir
seyir takip etti. ABD’nin öncülüğünü yaptığı 30 ülkenin fiilen bu savaşa
katılması ve BM’nin bir blok halinde Irak’a cephe alması savaşa uluslararası
bir boyut kazandırdı.
Irak’a karşı yürütülen
bu askeri harekâtın amacı, Kuveyt’in yeniden özgürlüğüne kavuşturulması, eski
sahiplerine iadesi olarak açıklansa da gerçek amacın Irak’ın tehlikeli bir
şekilde artan askeri gücünü kırmak, bölgeye tehdit oluşturan Saddam Hüseyin’i
zayıflatmak olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor. Çünkü Saddam’ın başta ABD ve
Batılı ülkeler için stratejik önemi büyük olan bu bölgede güçlenmesi bu
devletlerin işine gelmezdi ve çıkarlarına aykırıydı. Irak’ın Kuveyt’i işgali
ABD’nin endişelerini arttırdı. Eğer Saddam Hüseyin güneye doğru ilerlemeye
devam ederse Arap Yarımadası Irak’ın eline geçerdi ve Saddam Hüseyin bölgede
güçlü bir Arap lideri olarak ortaya çıkardı. ABD’ye göre Soğuk Savaş sonrasında
komünist olmayan bir ortamda yeni bir tehlike ortaya çıkmıştı. Eğer ABD ortaya
çıkan bu durumdan faydalanarak Irak’a ders verebilirse petrol sevkiyatına
yönelik tehdit de bir süre için bertaraf edilmiş olacaktı.
BM Güvenlik
Konseyi’nin 678 sayılı kararı ile Irak’a verilen sürenin 15 Ocak 1991’de
dolması üzerine Körfez’de ABD’nin öncülüğünde Irak’a karşı bir savaş
başladı.”Çöl Fırtınası” adı verilen hava harekâtı ile 17 Ocak’ta başlayan savaş
Washington açısından oldukça iyi sonuçlandı. Saddam Hüseyin fazla dayanamadı.
Hava ve kara harekâtları ABD için iyi sonuçlandı, harekât devam ederken ABD
başkanı George Bush 27 Şubat 1991’de ateşkes ilan ederek savaşa son verdi.
ABD başkanı Bush
beklenenden erken zamanda savaşı sona erdirdi. Hem de bu kadar başarılıyken.
Bunun nedeni Irak’ın bir karışıklık içine girmesini engellemekti.Ülke içinde
kargaşa olursa Irak’ın komşu ülkeleri de işin içine girecekti.Irak bu durumda
II. Lübnan olabilirdi.ABD şimdilik dünyanın en önemli petrol bölgelerinden
birinde çıkarlarına zarar verecek istikrarsızlık istemiyordu.
Nihayetinde BM Güvenlik Konseyi’nin 2 Mart 1991 tarihinde aldığı 686 sayılı
kararla ateşkes resmen yürürlüğe girdi. Karara göre; Irak’ın Kuveyt’i ilhak
kararını kaldıracağı, Kuveyt’ten elde ettiği mülkleri ve aldığı esirleri iade
edeceği ve askeri harekâtların sona erdirileceği belirtilmekteydi. Irak bundan
böyle BM’nin tüm üyelerine yönelik füze saldırıları ve savaş uçağı uçuşlarından
kaçınacaktı. Ancak kararda sadece uçaklardan bahsediliyor, helikopter
uçuşlarından söz edilmiyordu. Karardaki bu açıklıktan Saddam Hüseyin daha sonra
faydalanmıştır. Kürtlere yönelik operasyonlarda helikopter kullanılmıştır.
Aslında görülüyor ki
Irak’ın Kuveyt’ten barışçı yolla çıkarılması için harcanan çabaların hiçbiri,
başka bir krizde görülmemiştir. Güvenlik Konseyi bile Irak’a karşı hemen sert
tedbirler almamıştır, adım adım sertleşen kararlar almıştır. BM Güvenlik
Konseyi 4 aylık devrede 11 karar almak zorunda kalmıştır ve hiçbir
anlaşmazlıkta bu kadar kısa sürede bu kadar çok karar almamıştır. Tabi ki amaç
sorunun fazla büyümeden çözülmesi, herkes için önemli olan stratejik bölgede
gerilim yaratmamaktı. Bu herkesin çıkarları için gerekliydi. Fakat Irak ve Saddam
bütün bu çabalar karşısında en hafif bir yumuşama bile göstermemişlerdir.
Aksine bu barışçı çabalara cevabı Kuveyt’i kendi topraklarına ilhak etmek
olmuştu. Yani Saddam istediğini almak için her şeyi yapıyordu ve barıştan yana
bir tavır da sergilemiyordu. Bu durum elbette ABD ve diğer ülkelerin sabrını
tüketti ve BM bir dizi karar aldıktan sonra harekete geçti.
KÖRFEZ SAVAŞI’NIN SONUÇLARI
Körfez Savaşı’nın en
önemli ve uzun vadeli sonucu, tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da köktenci
akımların güçlenmesidir. Bölgede 1945’ten beri üzerinde durulan, güzel bir
“düş” olarak görülen Arap Birliği büyük bir darbe yemiştir.
Diğer bir sonuca
baktığımızda, bölgenin kabileler, mezhepler ve yerel asiller arasındaki
çatışmalara, yeni yeni bölünmelere ve kaosa sürüklenmesi ihtimalinin arttığını
görüyoruz. Bölge devletlerinin çoğunun sınırları, yerel dinamikler etnik ve
dinsel yapı dikkate alınmaksızın emperyalist devletler tarafından çizilmiştir
ve bu sınırların çizilmesi tamamen kendi çıkarları doğrultusunda olmuştur. Dolayısıyla
bütün bölgenin Lübnanlaşma süreci hızlanmıştır. Ulus-devlete bağlılık da yok
gibidir.
Körfez Savaşı’nın bir
sonucuna daha baktığımızda İran’ın bölgede yeni bir ağırlık kazanması
dikkatimizi çekiyor. Körfez’in en güçlü iki devletinden birinin 1991’de
uğradığı ağır yenilgi ve sonrasında Irak’a uygulanan ekonomik ambargo, öteki
devleti üstün bir duruma getirmiştir.
Körfez Savaşı’nın
sonunda Irak iyice ezilerek bölgede başkaldırmak isteyen diğer devletler için
bir örnek haline getirilmiştir. ABD de Orta Doğu’da özellikle petrol kaynağı
olan Basra Körfezi’nde tam ve tartışmasız bir kontrol kurmuştur. ABD bölgede
bir üstünlük kazanmıştır ve Orta Doğu’ya yeni bir düzen getirmek istemesi de
bunu açıkça gösteriyordu. Körfez Savaşı ile ABD ağırlığını Orta Doğu’ya
koyarken, ortaya attığı ilkelerle de Orta Doğu yeni bir yapılanmaya girdi.
Savaşın bitmesinden sonra Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı ayaklanmalar
çıktı. Irak birlikleri, yüz binlerce Kürt, Şii ve rejime direnen sivili İran ve
Türkiye sınırlarına sürdü ve bu iki ülke boyutları çok büyük olan hatta milyona
varan bir “mülteci” sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Irak’lı sığınmacılar
meselesi artık savaşın bitmesinden sonra bölgede yeni bir sorun olarak
karşımıza çıkmıştır ve meselenin direk olarak etkilediği ülke ise Türkiye
olmuştur. Bunun üzerine ABD, Kuzey Irak’ta mülteciler için güvenli bölgeler
ilan edip, Irak hava ve kara birliklerinin giremeyeceği coğrafi enlemler
belirledi. Ayrıca Irak’ın buna uyup uymadığını saptamak için Türkiye’nin
güneyine “Çekiç Güç” yerleştirdi. Türkiye’nin güneydoğusunda, Irak ordusunun
Irak’ın kuzeyine baskın yapmasını engellemek yâda caydırmak için çok uluslu güç
“Acil Müdahale Gücü” olarak yeniden düzenlendi ve bu güce bağlı hava gücü,
Türkiye’nin İncirlik Üssü’nde konuşlandırıldı. Bu suretle “Çekiç Güç” olarak
adlandırılan oluşum ortaya çıktı. Bu tarihten sonra Irak’ın silahlanma
programının durdurulması konusunda BM yetkilileri ile Irak yöneticileri
arasında çeşitli gerginlikler yaşanmıştır ve bugünde yaşanmaya devam ettiğini
görüyoruz. Bu gerginliklerden,26 Haziran 1993’te ABD’nin Bağdat’taki haber alma
merkezine karşı giriştiği füze saldırısı dikkatleri çekmiştir ve birçok sivil
de bu saldırıda yaşamını yitirmiştir. Amerikan hükümeti saldırıyı Nisan ayında
Başkan Bush’un Kuveyt’i ziyaretinde Irak hükümetinin Başkan’a suikast planı
hazırladığı gerekçesiyle yaptıklarını söyledi.
KÖRFEZ SAVAŞI VE TÜRKİYE
Türkiye Körfez
Krizi’nin ilk günlerinden itibaren Irak karşıtı cephede yer aldığı işaretlerini
vermiştir. Bunun nedenleri de aşırı silahlanmasıyla bölgede değişimci bir ülke
görünümünde olan Irak’ın Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ne karşı tutumu
ve PKK ‘ya verdiği destek olmuştur.
Türkiye, Irak’ın
Kuveyt’i işgalini kesinlikle kabul etmemiştir ancak başlangıçta tedbirli
davranmıştır. Türkiye’nin Irak’a karşı ilk eylemi, uluslararası baskıların
yoğunlaştığı bir sırada Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 661 sayılı
karara uyarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatması olmuştur. Bu
Türkiye’nin Irak’a karşı konan ambargoya katılması demektir. Aynı kararla
Türkiye, Irak ile olan bütün ticari ilişkilerini de kesmek zorunda kalmıştır.
Daha sonra ise, NATO
Çevik Kuvveti Türkiye’ye çağrılmış, Türkiye’nin Irak sınırına askeri yığınak
yapılmıştır. Bu Körfez Krizi nedeniyle Irak’a karşı Türkiye’nin uyguladığı
aktif dış politikası değişmiştir. Türkiye’nin Araplar arası sorunlarda tarafsız
kalınması ilkesini terk ettiğini de görüyoruz. Türkiye Irak ile ortak sınıra
sahip tek NATO ülkesiydi ve dolayısıyla kriz boyunca Türkiye adından sıkça söz
ettirmiş, önemli bir konuma sahip olmuştur .
Körfez Krizi’nde Türk
dış politikasının belirlenmesinde Cumhurbaşkanlığı, Hükümet, Dışişleri
Bakanlığı ve Genelkurmay arasında önemli görüş ayrılıkları olmuştur. Hükümete
verilen “yabancı ülkelere asker gönderme ve Türkiye’de yabancı asker
bulundurma” yetkisine dayanarak Türkiye’ye Irak’tan gelebilecek olası bir
saldırıyı caydırmak amacıyla NATO Çevik Kuvveti’nin Türkiye’ye çağrılması
gündeme gelmiştir ve NATO Çevik Kuvveti’nin Türkiye’ye sevki
kararlaştırılmıştır.
Irak karşıtı politika
ve ambargo Türk ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir. Bunda, Türkiye
açısından, Irak’ın en ucuz ve kolay yoldan petrol sağlanan ülke olmasının ve
Irak’ın Türkiye’de üretilen malların alıcısı bir ülke olmasının ve iki ülke
arasında son yıllarda çokça gelişen sınır ticaretinin de payı vardır. Dünya Bankası’na göre, krizle birlikte zarara uğrayan ülkeler arasında
Türkiye 1990 ‘da 2 milyar 100 milyon dolarla ilk sırada yer almıştır. Türkiye
uğradığı bu zararı karşılamak için ABD, AB, Japonya ve Suudi Arabistan
Türkiye’ye birçok vaatte bulunmuştur. Ancak görülüyor ki daha sonra bunların
birçoğu gerçekleşmemiştir.
Türkiye, ”Körfez Savaşı“ndan sonra,1991 Eylülünden bu yana Kuzey Irak’taki
otorite boşluğu nedeniyle Irak’tan özel bir izin almadan, kendi güvenliğini
savunma (self-help)ilkesine dayanarak izleme operasyonları gerçekleştirmiştir.
Normalde böyle bir izleme operasyonu uluslararası hukuk gereği önceden yapılan
antlaşmalarla belirlenerek ya da komşu ülkenin izni ile yapılır. Ancak komşu
ülkede otorite boşluğu varsa rıza alınması yoluna gidilmez.
Görülüyor ki I. Körfez Savaşı(1991)ile ABD Ortadoğu’da varlığını daha da
güçlendirmiştir. ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, Orta Doğu
bölgesini yeniden yapılandırmaya karar verdiği görülmektedir. Afganistan’ın
işgali ile başlayan bu süre,2003 yılının Mart ayında ABD’nin Irak’ı işgali ile
devam etti. Bu 2003 yılında olan işgal aslına bakılırsa sadece Saddam
Hüseyin’in yönetimden uzaklaştırılması olarak görülmemeli. Bu işgal küresel
etkileri de olan Orta Doğu bölgesine şekil verme girişimidir. ABD bu
politikasını Büyük Orta Doğu Projesi adıyla dünya kamuoyuna sunmuştur. ABD’nin
tek taraflı Irak’ı işgali dünya kamuoyunda büyük tepkilere sebep oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder